Türk toplumunda medeniyet, giderek azalan bir kavram haline gelmiştir. Ne yazık ki bu kavram, günümüz koşullarında daha çok maddiyata bağlanır olmuştur.

Maddi imkanlarını gösteriş için kullanan birçok insanın türediği bir çağda, medeniyetin lüks nesnelerle hiçbir ilgisinin olmadığını unutmamalıyız.

Amerikalı antropolog Margaret Mead’e, bir öğrencisi uygarlığın ilk işaretinin ne olduğunu sormuştur. Mead, öğrenciyi şaşırtacak bir cevap vererek, medeniyetin ilk göstergesinin iyileşmiş bir uyluk kemiği olduğunu söylemiştir. Hikayeye göre, vahşi doğada yaralanan bir hayvan, kırık kemiği iyileşemeden avlanıp ölür. Ancak iyileşmiş bir uyluk kemiği, bir insanın yardıma ihtiyaç duyduğu bir anda başkaları tarafından korunduğunun ve desteklendiğinin göstergesidir. Mead, şu sonuca varmıştır: “Zorluklar karşısında başkasına yardım etmek, medeniyetin başladığı yerdir.”

Maalesef, Türk milleti olarak en büyük kaybımız medeniyet anlayışımızdır. Nerede o eski medeniyet algımız? Eskiden, mahallemizde cenaze olduğunda televizyonu açmazdık. Komşularımızdan biri hasta olduğunda seferber olurduk. Güzel yemek yaptığımızda, “Kokusu hissedilmiştir.” diye düşünerek komşularımızla paylaşırdık. Oysa bugün yalnızca kendi yaptıklarımızı, yediklerimizi, içtiklerimizi ve gezdiklerimizi paylaşmakla kalmıyoruz; aynı zamanda zor durumlarda “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” anlayışını benimsiyoruz.

Tolstoy’un şu sözlerini hatırlayalım: “İnsan acı duyabiliyorsa canlıdır; başkasının acısını duyabiliyorsa insandır.” Günümüzdeki davranışlarımız, medeni değerlerimizin kaybolduğunu açıkça ortaya koymaktadır.