Son zamanlarda üzülerek görüyorum ki, Z kuşağı arasında popüler olan şarkılar artık ne sanatsal bir değer taşıyor ne de anlamlı bir mesaj veriyor.

Lvbel C5’in Hav Hav şarkısını sindirememişken, Turabi’nin topluma hiçbir katkısı olmayan ve adını bile anmak istemediğim o şarkısıyla karşılaştım. Gerçekten merak ediyorum, Z kuşağı aşık olduğunda ya da üzüldüğünde bu tür şarkılarla nasıl depresyona girebiliyor? Duygularınızı ifade edecek cümleler bu kadar değersiz ve ucuz mu? Ah, pardon… Zaten bu nesil hiç depresyondan çıkmadı ki.

İlişkiler deseniz, situationship modundan bir türlü çıkamıyor. Peki, nedir bu situationship? Gelecek planlarının yapılmadığı, belirsizlik içinde süren, sınırları belli olmayan ilişkilerdir. Bu tür ilişkilerde hafta sonu planları bile konuşulmazken, uzak geleceğe dair ortak bir paylaşım zaten mümkün değildir. Taraflardan biri veya her ikisi de birbirini gelecek planlarına dahil etmez. Bu da kaçınılmaz olarak belirsizlik yaratır. Bunun sonucunda ilişkiler, “Onunla görüşüyorum ama sevgili miyiz bilmiyorum.”, “Durumumuz biraz karışık.”, “Var gibi ama yok gibi de.” gibi soru işaretleriyle dolu hale gelir. Kişiden kişiye değişse de bu süreç, “Bilmiyorum.”, “Emin değilim.” gibi belirsiz ifadelerle devam eder.

Toplum olarak nereye gidiyoruz? Neden en absürt, en sıra dışı insanlar sürekli popüler hale getiriliyor ve hayatımıza dahil ediliyor? Bunu sadece eğlence olsun diye mi yapıyoruz, yoksa gerçekten onlara hayranlık mı duyuyoruz? Üstelik bu durum sadece şarkılarla sınırlı değil.

Son yıllarda bir influencer çılgınlığı aldı başını gitti. Ben onlara dijital dilenciler diyorum. Photoshop ile kendilerini baştan yaratan, asla kullanmadıkları ürünleri överek bize satmaya çalışan ve en önemlisi, ne bir becerisi ne de bilgisi olan insanlar… Ama ne yazık ki belirli bir kesim tarafından takip edilip desteklendikleri için burunlarından kıl aldırmıyorlar. Herkes birbirinin aynısı olmuş durumda. Aynı kıyafetler, aynı yüz tipleri ve içi boş düşünceler… Ama yine de gündemde kalmayı başarıyorlar. Ya kullanmadıkları ürünleri tanıtarak ya da anlamsız şarkılar söyleyip video çekerek ilgi çekmeye çalışıyorlar.

Üzülerek söylüyorum ki, Alfa kuşağının meslek idealleri arasında resmen dijital dilencilik yer almış. Bu, gerçekten içler acısı bir durum. “Ünlü olacağım, çok para kazanacağım, bedavaya yaşayacağım” hayaliyle kendini baştan aşağı saçmalaştıran bir toplum haline geldik. Sizi bilmem ama ben kızımın koyduğu fotoğrafa kaç like (beğeni) aldığıyla kendi değerini ölçmesini istemiyorum.

Çabalamayı eziklik olarak gören, kolay yoldan hayata tutunmaya çalışan bir gençlik… Kitap okumak yerine beden sergilemeyi, üretmek yerine tüketmeyi tercih eden bir nesil… Ne yazık ki artık bilgi değil, görünürlük değerli hale geldi.

Günümüz dünyasında, özellikle dijital çağın getirdiği gösteriş ve onay arayışı, insanları kendi özlerinden uzaklaştırabiliyor. Gerçek mutluluk, başkalarına sunulmak için değil, içten içe hissedilmek için var.

Anı yaşamak, hissetmek ve gerçek bağlar kurmak yerine, hayatlarımızı bir vitrin gibi sunma çabası içindeyiz. Bu da bizi hem yüzeysel hem de doyumsuz hale getiriyor. Oysaki insan, olduğu gibi kabul edildiğinde, maskesiz ve filtresiz var olabildiğinde daha anlamlı bir yaşam sürer.

Toplumsal gündemimizi öylesine boş şeylerle doldurduk ki artık dertlerimizin bile rengi değişti. Oysa yaşam, anda güzel. Bir fotoğraf karesine sığdırarak değil, gerçekten yaşayarak… O ana karışarak, tüm varlığımızla hissederek… Bir şeyleri göstermek uğruna andan uzaklaşarak değil. Başkalarına hayatlarımızı sergileme telaşına öyle kapıldık ki sohbet etmeyi, anı paylaşmayı, en önemlisi de kendimizi unuttuk. Yamalıyız ama Instagram’da bambaşkayız. Peki, biz gerçekten kimiz? Bizi ne mutlu ediyor? Hayattaki amacımız ne?

Lütfen, her sabah uyandığımızda ismimizin başına bir unvan koymadan güne başlayalım. Başlayalım ki önce kendimizi, sonra da gerçek değerlerimizi fark edelim. Doyasıya yaşayalım duygularımızı. Kahvemizi sıcağı sıcağına, sohbet eşliğinde içelim. Sevdiklerimizi fotoğraf karelerine hapsetmek yerine, doyasıya sarılalım anlarımıza. Aynanın karşısında farklılığımızı ve güzelliğimizi hissedelim. Başkalarının filtreli fotoğraflarına inat, kusurlarımızla mutlu olmayı öğrenelim. Bırakalım, düşüncelerimiz, bilgilerimiz ve anlarımız konuşsun. Hayatın akışını tüm bedenimizde hissedelim. Hissedelim ki gerçekten yaşadığımızı anlayalım…