Profesyonel bir köşe yazarı değilim. Yani geçimimi bu işten kazanmıyorum. Burada yazmamın karşılığında hiçbir ücret de almıyorum. Hatta Yıldırım Gazetesinde yazma fikri de bana değil gazeteye ait.

Gündemi takip etmeyi, siyasi ve sosyolojik analizler yapmayı, düşünmeyi ve yazmayı seviyorum. Zira sadece burada değil milliyetçi-ülkücü camiaya yakın ulusal bir haber sitesinde de köşe yazısı yazıyorum.

Yıldırım Gazetesinin satırlarında 18 yaşımda iken de yazmıştım, hala da severek ve isteyerek yazıyorum.

Yerelde köşe yazarlığı yapmanın en büyük dezavantajı siyasetin kalitesizliğidir.

Bu kalitesizliklerin biri de siyasetçilerin eleştiri götürmezliğidir.

Bazı siyasetçiler her istediğini istediği zaman yapma ve hiç eleştirilmeme hakkına sahip olduklarını sanırlar. Demokratik sistemde aldıkları oyun onlara sınırsız yetki verdiklerini ve oy verenlerin kullanım haklarını da ellerinde bulundurduklarını sanarlar. Bu durumda birinin seviyeli eleştirisi onlara küfür etmekle eşdeğer gelir. Bu davranışlar “yetki zehirlenmesinin” de bir belirtisi.

Kalitesiz siyasetçi bir süre sonra aldığı kararların ve bu kararlar sonucu yaptıklarının istisnasız doğru olduğu fikrine kapılır. Bu düşünce onu tartışılamaz hale getirir ve hastalık tüm vücuda yayılır.

Her soruya sinirli cevaplar verir. Eleştiri götürmez. Hata yapma riski sıfırdır. Onu eleştiren herkes birilerinin paralı maşasıdır. Tek doğruyu o bilir, geri kalan teferruattır.

Mesela İnegöl´de üst düzey bir siyasetçinin, ekip kurup sosyal medyada kendisini eleştirenleri tek tek tespit ettiğini hatta bu eleştirisel paylaşımları beğenenleri bile araştırıp listelediği konuşuluyor.

Sınırlı yetkilerle kendine sınırsız eylem alanı oluşturan kalitesiz siyasetçi, bir süre sonra kendisini ilgilendirmeyen konulara da müdahil olur.

Kalitesizlik sadece siyaset ve siyasetçilerde yok. Yerel köşe yazarları çok mu masum? Tabi ki değil.

Şimdi de yerel köşe yazarlarlarının kalitesizliğinden bahsedelim.

Herhangi bir ortamda söylediği sözün tesiri olmayan bazı şahıslara yazmak için köşe verildiğinde ne yapacağını şaşırır. Elindeki kalemi kılıç gibi gelene geçene, haklıya haksıza, suçluya suçsuza sallar. Sivri dili bir süre sonra iftira atmaya ve insanları zan altında bırakmaya başlar. Çamur atar izi kalır.

İki çift laf kelam edemeyen yazarın köşesinde çenesi düşer. Gece evine yalnız gitmeye korkar ama köşesinden külhanbeyi kesilir. Araştırmaz, öğrenmez, sadece bilir. Bildiğinin doğru ya da yanlış olması onu ilgilendirmez. Çarşıda gezerken iki kişinin fazla selam vermesi, üç kişinin “abi yine amma sallamışsın, helal olsun” demesi, yazılarının sosyal medyada dört paylaşım beş yorum alması ona yeter de artar.

Bugün Ahmet için övgüler dizer yarın Ahmet´e söver. Bugün Mehmet için Cevdet ile küser yarın Cevdet ile beraber Mehmet´e söver. Siyaset rüzgarı nereye eserse oraya gider. Dün bir dediğine bugün iki der, yapar yapmadım, eder etmedim der. Bir akşam yemeğine kalemini, iki takım elbiseye kişiliğini satar.

Ne yazık ki gün geçtikçe kalitesizlik her alanı sarıyor. Siyasetçiler ve yazarlar seviyesizlik konusunda birbirleriyle yarışıyor.

Yazımın yayınladığı her günün akşamı birileri tarafından aranıyorum. Arayanlar arasında tebrik edenler de var tehdit edenler de.

Birileri istiyor ki, memleketi soyup soğana çevirelim, çalıp çırpalım, hak yiyelim, cepleri dolduralım ama kimse itiraz etmesin.

‘Çözüm Süreci´ gibi ihanet projelerine ortak olacaksın, devlet bölünürken susacaksın, FETÖ Devleti ele geçirirken el pençe hizmet edeceksin, ‘Dinler Arası Dialog´ adı altında İslam Dini harap edilirken alkışlayacaksın, bulunduğun bölgede her ihaleye müdahale edeceksin, senden olanı besleyip senden olmayanı perişan edeceksin, kendi tarikatını cemaatini iflah edip geriye kalan Müslümanları ‘hiç´ muamelesi yapacaksın, fakiri fukarayı yok sayacaksın, sonra da biri çıkıp “etmeyin günahtır, yapmayın ayıptır” dediğinde dört bir yandan saldırıp tehdit edeceksin.

Ülkücü kimliğimin bana öğrettiği korkmama, gerçeklerin üzerine gitme, bildiğini tebliğ etme, her şartta güçlü olma, doğru bildiğini çekinmeden söyleme gibi duyguları kullanmaktan çekinmeyeceğim. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın!

Bir Müslüman yanlış gördüğüne susabilir mi? Bu İslam ahlakına uyar mı? Peygamber Efendimiz (SAV) ve Sahabe-i Kiram´ı kendine önder edinen bir Müslüman haksızlık karşısında susmayı kendine yakıştırır mı?

Bu köşede kimseyi memnun etmek gibi bir amacım yok. Yazdıklarıma katılıp katılmamak okuyucunun tercihidir. Doğru bildiğimi yazmak gibi bir mecburiyetim var. Burada yazılanlar bir tarafın hoşuna giderken diğer tarafın hoşuna gitmeyebilir. Bu çok tabii bir durumdur.

Ne yapayım şimdi?

Herkes memnun olsun diye dağlardaki ağaçlardan, kırlarda açan çiçeklerden, ovalarda uçuşan kuşlardan mı bahsedeyim?

Bunu bekleyen TRT Belgesel kanalı izlesin. Ben doğru bildiklerimi yazmaya devam edeceğim.

Hata yapmak insana mahsustur. Sürç-ü lisan ettiysek affola. Hakkaniyeti dikkate aldığım halde hata ile birilerini kırdıysam da hakkınızı helal edin.

Ama hakediyorsanız, sizi üzmeye devam edeceğim.

Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

**********

DİNLERARASI DİALOG ve YENİ DİYANET İŞLERİ BAŞKANI

Diyanet İşleri Başkanlığı görevini yürüten Mehmet Görmez 31 Temmuz´da emekliye ayrıldığını açıklamıştı. Görmez´in yerine Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Ekrem Keleş vekalet ediyordu.

Mehmet Görmez´in emekliye ayrılması akabinde yeni Diyanet İşleri Başkanı belli oldu;

Prof. Dr. Ali Erbaş.

Sakarya Üniversitesi´nde, 15 Temmuz Hain Darbe Girişiminde aktif rol oynayan ve hâlâ aranan Adil Öksüz ile aynı dönem akademisyen olarak görev yaptı.

Fethullah Gülen cemaati tarafından kurulan Kültürlerarası Dialog Platformunda bir dönem yönetim kurulu üyeliği görevi üstlendi.

Kültürlerarası Dialog Platformu (KADİP) o dönem cemaatin “dinlerarası diyalog” adı altında yürüttüğü faaliyetlerin en önemli araçlarından birisiydi.

Ayrıca Erbaş´ın FETÖ lideri Fethullah Gülen´in onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Birliği´nin her yıl düzenlediği Abant Toplantıları´na da katılım gösterdiği belgelerle kanıtlanmış durumda.

Prof. Dr. Ali Erbaş´ın FETÖ bağlantısı sebebiyle kapatılan Kimse Yok Mu Derneği ile olan gönül birliği ise edindiğim bilgiler arasına dahil oldu.

Burada sorun Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş´ın batı organizasyonu olan ‘Ilımlı İslam´ projesine verdiği destekten ziyade, böylesine bir geçmişi olan birine Diyanet İşleri Başkanlığı makamı verilmesidir.

Bu anlamda geçmişi çok da temiz olmayan Diyanet İşleri Başkanlığına, geçmişi temiz olmayan bir akademisyeni Başkan olarak atanması iyi haliyle fiyaskodur.

Böyle bir atama eleştirileri de beraberinde getirir. 15 Temmuz´u yaşatan sebepler gün gibi ortadayken devleti ve devletin kurumlarını şaibesiz yönetmek gerektiği inancındayım.

Vatandaşın devlet kurumlarına güveninin azaldığı bu ortamda ‘dialogçu´ bir akademisyeni Diyanet İşler Başkanlığına atamak vatandaşın bu kuruma olan güvenini iyice azaltacaktır.

“Dinler Arası Diaolg” konusuna çok fazla takıntım var. Bu yüzden böylesine hain bir projeye destek veren ve altına imza atanları affedemiyorum.

İnşallah hissettiklerim yanlıştır. İnşallah tesbitlerim hatalıdır ve hükümet attığı her adımın doğruluğundan fazlasıyla emindir.

Yoksa nice 15 Temmuz´lar bizler için tesadüf olmaz.

*************

YARI ÇIPLAK MÜSLÜMAN TÜRK KIZLARI

Müslüman Türkiye´de Müslüman Türk kızları, güzellik yarışması adı altında çıplak halde erkeklerin göz zevklerine sunuluyor.

Müslüman Türk aileleri, kızlarının çıplak bedenlerinin herkes tarafından görülmesinde bir sıkıntı görmüyor, aksine destekliyor.

Müslüman Türk babaları, iç çamaşırı giymiş kızlarının masum bedenlerinin salonda izleyicilere arz edilmesini gözyaşları içinde alkışlıyor.

Müslüman Türk anneleri, jüriye beğendirmek için kızlarına daha fazla taktik veriyor...

İlk güzellik yarışması, 2-3 Eylül 1929 yılında yapıldı. Yarışmayı 19 yaşındaki Feriha Tevfik (Dağ) kazandı. 3 Temmuz 1932´de yapılan yarışmada ise Keriman Halis Türkiye güzeli oldu ve arkasından 31 Temmuz 1932 yılında Brüksel´de yapılan ve 28 ülkenin katıldığı Dünya Güzellik yarışmasında birinci seçildi.

Kocalarını köy meydanında öldüren Yunan işgalci askerlerinin tecavüzüne uğramamak için dişleriyle bileklerini kemirip damarlarını keserek intihar eden Müslüman Türk kadını, 10 yıl sonra yarı çıplak bedenlerini önce Müslüman Türk erkeklerinin gözlerine arz ediyordu.

Beşikteki bebeğini evde bırakıp öküz arabasıyla işgalcilere karşı karda ve çamurda mühimmat taşıyan Müslüman Türk kadını, 10 yıl sonra sahnelerde bedenini sergiliyordu.

Annesini, babasını, evladını ve erkeğini öldürenlere karşı tüfeğini alıp kanının son damlasına kadar savaşıp vatanını düşmana vermemesiyle dünyada meşhur olan imanlı Müslüman Türk kadını, 10 yıl sonra Dünya Güzellik Yarışması adı altında bedenini sergiliyor ve vatanı işgal edemeyen emperyalist ülkelerin gazetelerine yarı çıplak manşet oluyordu.

İşgalciler tarafından kadınlarının yüzünün peçesi indirildiği için savaşan Müslüman Türk erkeği, 10 yıl sonra çıplak kadınlarının modernliğinden mest oluyordu.

Çanakkale´de, Sakarya´da, Afyon´da, İzmir´de mağlup olan Hristiyan İşgalci ülkeleri, Müslüman Türk kadının bedeninin önünden geçişini izliyor ve Müslüman Türk kanının kurumadığı elleriyle ağızlarından salyalar akıtarak alkışlarken jüri başkanı şöyle konuşuyordu;

“Sayın jüri üyeleri, bugün Avrupa´nın zaferini kutluyoruz. Yüzyıllardır dünya üzerinde hakimiyetini sürdüren Osmanlı İmparatorluğu hakimiyeti artık bitmiştir. Onu Avrupa bitirmiştir.

Bir zamanlar sokağı bile pencere arkasından seyredebilen Müslüman kadınların temsilcisi olan Türk güzeli Keriman Halis, karşımıza mayo ile çıkıp kendini bize beğendirmeye çalışmıştır.

Bu Türk kızını kendi zaferimizin tacı olarak kabul edeceğiz ve onu kraliçe seçeceğiz. Bu sene güzellik kraliçesi seçmiyoruz. Bu sene İslam´ı ve Türkleri yenmenin zaferini kutluyoruz. Avrupa´nın zaferini kutluyoruz. Bundan dolayı Türk güzelini Dünya Güzeli olarak seçeceğiz.

Fakat kadehlerimizi Avrupa´nın zaferi için kaldıracağız.”

Savaş meydanlarında kocasını, evlatlarını, evini veren fakat topraklarını düşmana vermeyen Müslüman Türk kadını mağlup olmuş, kazanan Hristiyan dünyası olmuştu.

Dünya Güzeli seçilen Keriman Halis gazetelere “Kızlarımızın güzellik yarışmalarına katılması milli bir görevdir” demeçleri veriyor, Müslüman Türk aileleri kızlarını göndermek için birbirleriyle yarışıyorlar.

İon mitolojisinde Tanrı ve Tanrıların çağırıldığı Olimpos´taki bir düğünde başlayan ‘Güzellik Yarışması´ binlerce yıl sonra Hristiyan hakimiyetindeki modern dünyanın medeniyet zorunluluğu halini aldı.

İslam coğrafyasında Müslüman Türk kızlarına böyle görüntüler yakışmıyor. Bu İslam´a da geleneklerimize de aykırıdır. Türkler İslam ile şereflenmeden önce dahi böyle ahlaksızlıklara büyük cezalar veriyordu.

Bir yanlıştan dönülmeli ve güzellik yarışmaları kaldırılmalıdır.

Kızlarımız ve kadınlarımız İslam düşmanı Hristiyan projelere malzeme edilmemelidir.

Aksi halde emperyalist ülkelerin askerlerinin vatan topraklarımıza ayak basmasına gerek kalmayacak, evlatlarımızın zihinleri ve kalpleri işgal altında kalmaya devam edecektir.

**************

Velhasıl...

Yazdıklarım, yazacaklarımın teminatıdır...