Doğarken bize öğretilen ilk eylemin; Rabbin, Rahim cennetinden ayrılışın ve dünyaya sürülüşün asil hüznüdür ağlamak .. Nedense ağlamak, hep kadınlara özgülenir. Sanki sadece kadınların ağlamaya hakkı varmış gibi algılanır. Kadınlar gözyaşlarını çoğu zaman birer silah olarak kullanırken, erkekler kalpleri ile ağlamayı öğrenir. Kimseler görmeden, kimseler duymadan, başkalarının zihinlerindeki korunmuş kaleler yıkılmasın diye sadece kendine ağlar. Çocuğuna harçlık veremediği, eşinin bitmek tükenmek bilmeyen isteklerini karşılayamadığı zaman kimseler görmeden ağlar. En temel hakkı olan ağlamak, neden erkek çocuklarının elinden “ erkek adam ağlamaz, adam ol, kız gibi ağlama “ gibi ruhsuz ve acımasız söylemlerle alınır!? Ve neden büyüdüğünde başka bir kadın tarafından, duygulu romantik olması istenir ondan ? Neden çocuğumuza öğretmediğimiz bir duguyu sahte ve yapay başka bir davranışla bize göstermesini isteriz. ? Hangi hakla vermediğimizi karşı cinsten isteme ve bekleme hakkını kendimizde görürüz biz kadınlar ? Daha küçücükken cinsiyetçi bir tutum sergilemeye zorlanır erkek çocukları. Daha o yaşta kendisi gibi olamama , başkalaşma zorunluluğuna itilir. O yaşta öğrenir yönetilmeyi yapaylaşmayı. Ondan hep güçlü olması istenir. Kadınlar erkekteki ağlama eylemini güçsüzlük addeder. ! Erkekler de ağlar; sevgisiz geçen yıllarına ve ötekileştirilmelerine, oldukları gibi kabul edilememelerine, toplumun ona yüklediği para kazanma ve aile bakma sorumluluğu ve monotonluğu altında ihmal ettikleri eşlerinin, onları sürekli bir hamur gibi şekil verme hoyratlıklarına.. kimseyi memnun edememelerine, kıymet görmemelerine, sürekli emir altında rahat bir nefes alamamalarına ağlarlar bir köşe başında, karanlık bir sokakta ya da ıssız bir otel odasında. Hiçkimse görmeden onların ağlamasına melekler şahit olur, Örselenmiş ruhlar gözyaşının saflığıyla arındığında, azalır belki cinayetler, tecavüzler. Diner belki acılarımız. Huzur buluruz dünya denilen şu ruhsuzlar cehenneminde. |