Feminizm, on yedinci yüzyılın Avrupa’sında doğmuş, bugüne kadar taşınabilmiş, kadın merkezli felsefi akımdır. Fransızca “dişi” manasına gelen “femine”den gelmedir.
Kadın hakları, kadının toplumdaki statüsünün korunması, kadın özgürlüğü gibi sloganlarla ilgi çekmeyi başaran Feminizm başta çok masum görünse de, sonraları amacından sapmış ve lezbiyenliğin (kadın eşcinselliğinin) meşruluğu için de savaşmaya başlamıştır.
Türkiye’de, özellikle doksanların sonlarından itibaren adı sıkça duyulmaya başlanan Feminizm, Avrupa’da genellikle bekâr kadınlarca yakaladığı popülerliği yakalayamadı.
Belirli yazarların küf dolu kitaplarında, satır aralarında kaldı. Bırakın ülkemizi, İslami ve ataerkil hiçbir toplumda Feminizm, istediği kamuoyu gücünü yakalayamadı. Çünkü buna gerek yoktu. Dinimiz İslam, zaten kadınlara yeteri değeri veriyor. Ve bunu ayetlerle, hadislerle koruması altına alıyor, tasdik ediyordu. Üç beş tane zibidi, karısını dövdü diye, her erkek, her ataerkil toplum öyledir, diye bir kaide yok.
Avrupalı filozofların İslam gibi bir mecra olmadığı için önlerinde, bu tarz felsefelere kapılması gayet doğal. Çünkü çıkış yolu bulamıyorlar. “İzm”lerin içerisinde boğulup kalıyorlar. Ama bu durum, bizim için geçerli değil. Önümüzde en büyük rehber, Kur’an & Peygamber efendimizin kadınlar hakkındaki düşünceleri ve kısasları var; “Cennet annelerin ayakları altındadır”dan tutun, “Ey erkekler! Kadınlar sizle-re emanettir. Onları koruyunuz, sahip çıkınız”a kadar, biat etmişiz.
Ataerkil ve Müslüman toplumlarda tutunmayı başaramayan Feminizm, fırına verilip ısıtıldı ve yeni bir adla yeniden piyasaya sürüldü; İSLAMİ FEMİNİZM.
Tutarsa!
İlk olarak İran’da 96 yılında rastladığımız İslami Feminizm düşüncesi, Suudi Arabistan’da bazı kadın yazarlar tarafından da savunulduysa, cumburlop çöpe. Tutmadı.
Ve en son ülkemizde “pozitif ayrımcılık” adı altında yeniden piyasaya sürüldü. Kadına daha geniş hukuki haklar veren, terazide kadını daha da ağır tarttıran bir “ayrımcılık” modeli. Kadın-Erkek “eşitliğini” sağlayabilmek için “ayrımcılık” ilkesi ne yaman çelişkidir!
Baksanıza, karısı “boşanmak istemiyorum” dediği için boşanamayan erkek yığınları dolu etrafımız. “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı” eksik etmeyen eşekleri de savunmuyorum ama pozitif ayrımcılığı da tasvip etmiyorum açıkçası.
Feminizm bugün bir anlam kargaşası yaşamaktadır bana göre. Kadın haklarını mı yoksa erkeklere karşı, kadın faşizmini mi savunuyorsun? Amacın ne?
Bir de Feministlerin çokça kullandığı “Anadolu barbardır, kadınlara değer vermiyor, kadınlar susturuluyor” jargonunu da anlamıyorum. Hani biz kadınlara yeteri kadar değer vermiyoruz, kabayız ve barbarız ya, gelişmiş Avrupa ülkelerinden İtalya’ya gidip bir baksınlar, kim daha çok baskıcıymış kadınlar üzerinde. Görsünler!
İtalya’da erkek egemenliği, kadınlar üzerinde adeta kast etkisi yaratmış, diyebilirim. Erkek çocuk, İtalyan kültüründe o kadar değerli ki, bereketi temsil ediyor, henüz 10 yaşında olsa bile arabada anne ve abla arkaya, erkek çocuk öne oturtulur. Erkek “sinyor”dur yani soyluluğu temsil eder. Kutsaldır.
Bunun yanında size can alıcı bir şey daha söyleyeyim. 100 kişilik topluluğun 99’u kadın, yalnızca biri erkek olsun, tüm kalabalığa “Sinyori” yani “Baylar” diye hitap etmek zorundasınız!
Bugünkü yazımı, sosyal medyada okuduğum ve ilgimi çeken şu paylaşımla (bazılarının deyimiyle “caps”le) kapatayım; Ateizm uçak düşünceye, komünizm parayı buluncaya, feminizm ise kocayı buluncaya kadardır.
Kalın sağlıcakla...