Hazreti Aişe`nin ablası Esma (r.anh.) seyahat için gerekli hazırlığı yapmaya başladı.
Peygamberimiz Hz. Ali’yi çağırdı ve:
-Ben Medine`ye gidiyorum. Sen bu gece benim yata-ğımda yat, örtünü üzerine al. Sabahleyin bu emânetleri sahiplerine ver ve sonra da hemen gel, buyurdu.
Mekke müşriklerini anlamak çok zor. Hem Peygamberimizi kendilerine düşman biliyor, hem de onu en güve-nilir kişi bilerek kıymetli eşyalarını ve mücevherlerini ona emanet ediyorlardı. Kendi adamlarına güvenmiyorlardı. O yüce Peygamber de emânete verdiği önemi burada gösteriyor. Böyle hem kendisi ve hem de Müslümanlar için ölüm kalım savaşı verirken, yanındaki emanetleri sahiplerine vermek için Hz. Ali`yi Mekke`de bırakıyor, yatağına yatırıyordu. Hz. Ali (r.a), durumun vehâmetini yani Peygamberimizin yatağının ölüm yatağı olabileceğini bildiği halde emri yerine getiriyordu. Akşam oldu. Kafirler ve caniler evin etrafını sardılar. Peygamberimizin çıkma-sını bekliyorlar. Çünkü bir adamı evinin içinde öldürmek, Araplarda cinayetin en çirkini sayılırdı. Bunun için katiller bu geleneğe uyarak Peygamberimizi evinde değil, dışarı çıktıktan sonra öldürmek istiyorlardı.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) yerden bir avuç toprak aldı “Yasin süresinin” başında 9.cu ayetine “önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık görmezler.” (Yasin, 9) kadar okuyarak kendisini öldürmek için bekleyen silahlı kişilerin üzerine saçtı ve gözlerinin önünde aralarından çıkıp gitti, onu göremediler. Evden çıkan Peygamberimiz Kâbe’yi ziyaret etti ve Mekke’de ayrılırken şu duygu dolu sözleri söyledi: "Ey Mekke, vallahi sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı yerisin. Bana da en sevimli yerisin. Vallahi eğer buradan çıkmaya mecbur bırakılmasaydım, çıkmazdım." (İbn Mâce, Menâsik, 103, 3099). Böylelikle İs-lâmiyet Mekke şehri hudutları dışına hicret ve sabırla taşmış ve dünyaya Medine ufuklarından yayılmıştır.
Sevr Mağarası:
Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir (r.a), Mekke`nin güneyinde bir buçuk saat mesafedeki Sevr dağına vardılar. Dağı tırmanarak zirvesindeki mağaraya gizlendiler. Bakınız burada da Peygamberimiz bize tedbir almadan Allah’a tevekkül etmenin, Allah’ın emrettiği bir tevekkül olmayacağını öğretiyor. Medine’ye gidecekler. Medine ise Mekke’nin kuzeyinde bulunuyor. Ama bir tedbir olmak üzere Medine’ye ters istikamette bulunan sevr dağına ve bir tedbir olmak üzere burada saklanıyorlar. Peygam-berimizin buradaki davranışları, onun Allah’a nasıl candan bağlı olduğunu gösteriyor. Öyle ise tedbir almadan tevekkül etmek dinin emrettiği tevekkül değildir. Eli silahlı caniler evi sarmış Peygamberimizin dışarı çıkmasını bekliyorlardı. Onlar bekleye dursunlar Peygamberimiz evden çıkıp gitmişti bile… Sabaha kadar beklediler. Dışa-rı çıkan olmayınca eve girdiler. Yatakta Hz. Ali’yi görünce şaşırdılar ve boşuna beklediklerini anladılar. Hz. Ali’yi alıp götürdüler ve bir süre sonra serbest bıraktılar.
Mekke müşrikleri guruplar halinde her tarafta Peygamberimizi aramaya koyuldular, bulamadılar. Bulana yüz deve vereceklerini ilan ettiler. Her tarafı arıyorlardı. Hatta bunlardan bir kısmı mağaranın ağzına kadar gelmiş, o kadar yaklaşmışlardı ki, adımlarının sesi içerden duyuluyordu. Hz. Ebu Bekir endişelenmeye başladı. Peygamberimize, kulağına eğilerek, "Düşmanlar çok yaklaştı, o kadar ki, ayaklarının dibine bir baksalar bizi görecekler" dedi. Peygamberimiz ona cevap verdi: "Üzülme! Allah bizimle beraberdir."
Hatta o sırada mağaranın kapısına kadar gelenlerden biri mağaranın içine girip aramak istemiş. Umeyye b. Halef ona, “Orada ne işin var? Aklını mı yitirdin. Baksana Muhammed doğmadan önce orada örümcekler ağ germiş, kuşlar yuva yapmış” dedi ve içeri-ye girmesine engel oldu. Mağaranın ağzına örümcekler ağ germiş, bir çift güvercin yuva yapmıştı.
İşte Tarih kitaplarının sözünü ettikleri mağara mucize-leri bunlardır. Allah bir kulunu korumak istedikten sonra onun sebeplerini de yaratır. Konu ile ilgili Kuran-ı Kerim`de şöyle buyruluyor: “Eğer siz ona (Allah`ın Resûlüne) yardım etmezseniz (bu önemli değil); Allah ona yardım etmiştir. Hani kâfirler onu iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke`den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı, O, arkadaşına, üzülme, çün-kü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükunet sağlayan) emniyetini indirdi. Onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâ-fir olanların sözünü alçalttı. Allah`ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.`` (Tevbe, 9/40).
Peygamberimiz ve Hazreti Ebu Bekir Sevr mağarasında üç gün üç gece kaldılar. Hz. Ebû Bekir`in küçük oğlu Abdullah geceleri gelir, Mekke`de olup bitenleri onlara bildirir, şafak sökerken şehre dönerdi. Dördüncü gün olunca Kureyş’in kendilerini takip etme işinin gevşediğine inanarak mağaradan çıktılar. Bir gayr-ı Müslim olan Abdullah b. Ureykıt’ı kendilerine yol göstermek üzere ücretle tuttular ve Medine’ye gitmek üzere çöllere daldılar.
Süraka’nın atı ayakları sürçüyor;
Kureyş daha önce Hz. Muhammed’i ölü veya diri yakalayana yüz deve vereceğini ilan etmişti. Bu büyük bahşişi almak için kendine güvenen pek çok kimse Peygam- berimizin peşine düştü. Bunlardan birisi de Süraka b. Cu’şum idi. Bu mükafata aldanarak Peygamberimizin izini takip etmiş. Peygamberimiz ve arkadaşının dinlenmek üzere konakladıkları yere varmış ve hemen atını onların üzerine sürmüş fakat onlara yetişmeden ayağı sürçmüş kendisi de attan yere düşerek yuvarlanmıştı. Süraka bu durum karşısında okunu alarak cahiliye döne-mi arap âdetine göre falına bakmış, fal fena çıkmıştı. An-cak yüz develik mükâfat gözünün önüne gelince falı unutmuş, ilerlemeye karar vermiş, bu sefer de atının ayakları kuma iyice gömülmüştü. Süraka atından inerek tekrar falına bakmış, bu işte bir fevkalâdelik olduğunu anlamıştı. (İslâm dininde fal bakmak ve baktırmak haramdır.) Bunun üzerine Süraka Peygamberimize doğru ilerlemiş, ona kureyşin ilan ettiği mükâfatı haber vermiş ve kendisini affetmesi için yalvarmaya başlamıştı. Bu bir tesadüf değil, Cenab-ı Hakk’ın Peygamberimizi koruduğunun alametidir. Süraka İslâmiyetin parlak geleceğini de anlamış ve Peygamberimizden kendisine bir fermen verilmesini istemişti. Bu ferman da kendisine verilmiştir. Süraka daha sonra Müslüman olmuştur. Süraka fermanı alınca geri dönmüş, arkadan gelen takipçileri de geri çevirmiştir. Daha birkaç dakika önce Peygamberimizi yakalamak için koşan Süraka şimdi buna engel oluyordu. Az önce kendisi takipçi olduğu halde şimdi takipçileri geri çeviriyordu. Görülüyor ki Canab-ı Hak bir şeyi murad ettiği zaman onun sebebini de yaratıyor. Bir rivayete göre Ebû Cehil, sonraları Süraka’nın bu hareketiyle alay ederek onu ayıplamış, o da: “Eğer atımın nasıl kuma batıp saplandığını görseydin, Muhammed’in Peygamberli-ğini sen de tasdik eder, ona inanırdın.” demiştir.
Bu yolculuğun ne kadar güç şartlar altında yapıldığı-nı bugün anlamak mümkün değildir. Yiyecek yok, su yok, serinleyecekleri bir gölgelik yok. Her tarafı saran alev dalgaları çölü kasıp kavuruyor. Yedi gün yedi gece bu kızgın çöllerde, vadilere dalarak, dağlara çıkarak yürüdüler.
Mekke’den Medine’ye giderken yolda şu âyeti kerime nazil oldu. “(Resûlüm!) Kur’an-ı (okumayı tebliğ etmeyi ve ona uymayı sana farz kılan Allah, elbette se-ni (yine) dönülecek yere döndürecektir. De ki: Rab- bim, kimin hidayeti getirdiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilendir.” (Kasas, 28/85) Böylece Mekke-i Mükerreme`ye dönüşün müjdesi de böylece verilmiş oluyordu.
Peygamber Efendimizin (s.a.v), Mekke’den Medine`ye gelmekte olduğunu haber alan Medine`liler onu heyecanla bekliyorlardı. Medine halkı her sabah şehir dışına çıkıp öğleye kadar rahmet Peygamberinin gelişini gözlüyorlardı fakat gelmediğini görünce üzülerek şehre geri dönüyorlardı. Bir gün halk bekledikten sonra şehre geri dönerken bir kalenin tepesinde duran bir Yahudi kızı uzaktan bir kafile gördü. Medine’ye bir saat mesafede “Kuba” adı verilen bir yere vardı. Medinelilerin bir çok aileleri burada yaşarlardı. Gülsüm b. Hedm’in başkanı olduğu Amr b. Avf ailesi buranın en tanınmış sakinlerin- dendi. Peygamberimiz buraya ulaştığı zaman bu aileler tekbirlerle karşıladılar. Peygamberimiz Kuba’ya Milâdî 622 yılı 20 Eylül Pazartesi günü ulaştı. Kâinatın efendisi-ni karşılama ve misafir etme şerefi ilk önce onlara nasip oldu. Peygamberimizin Mekke’den hareketinden üç gün sonra Hz. Ali de (r.a) Mekke’den ayrılmış ve Kubâ’da Peygamberimize yetişerek o da bu aile tarafından misafir edilmişti. Zaten Ashab-ı Kirân’dan pek çok kimse bu ailenin yanında misafir olarak bulunuyordu.
Peygamberimiz burada ilk iş olarak Gülsüm b. Hedm`in hurmalarını kuruttuğu yerde bir mescid inşa etmiştir. Bu mescidin inşasında Peygamberimiz herkesle birlikte bir amele gibi çalışmıştır. İslam`da ilk inşa edilen bu Mescid kuba (takvâ) mescididir. Bu mescid hakkında Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “İlk günden tak-vâ üzerine kurulan mescid (Kuba Mescidi) içinde na-maz kılman elbette daha doğrudur. Onda temizlen- meyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenen-leri sever.” (Tevbe, 108). Peygamberimiz burada 14 gün kaldıktan sonra bir Cuma günü Medîne`ye hareket etti. Beni Salim mahallesinden geçerken Cuma vakti girdiği için burada Cuma namazını kıldı. İlk Cuma namazı burada kılınan namazdır.
Namazdan sonra Medine’ye doğru yola çıktı. Kuba’ dan Medine’ye kadar halk yolların iki tarfına sıralanmışlardı. İçten gelen bir sevgi ile tezahürat yapıyorlardı. Medine, böyle bir güne ilk defa şahit olmuş oluyordu. Pey- gamberimiz geçerken, sağdan soldan, “Buyurun Ey Allah’ın Resûlü, işte evlerimiz, işte mallarımız, işte canlarımız, emrine amâde” diyerek davet ediyorlardı. Peygambermiz bu samimi davetlere nezaketle karşılık veriyor, yoluna devam ediyordu. Peygamberimiz tam şehre gireceği sırada kalabalık o derece coşmuştu ki kadınlar ve çocuklar hep bir ağızdan koro halinde “Hoş geldin Ey Resûl, şeref verdin Ey Resûl” diye tempo tutuyorlardı. Herkes bu büyük misafiri kendi evinde ağırlamak istiyor, devesinin yularına sarılarak, “Buyurun, Ey Allah’ın Resûlü” diyordu. Peygamberimiz ise gülüm-seyerek: Deveyi kendi haline bırakınız, o memurdur, di-yor, onların gönüllerini hoş ediyordu. Deve önce Beni Neccar’da iki yetime ait bir arsaya çöktü ve hemen kalktı. Deve ikinci yine aynı arsa üzerinde çöktü ve boynunu uzatarak tatlı tatlı bağırdı. Bunun üzerine Peygamberimiz, “İnşaalaah konağımız burasıdır” diyerek devesinden indi. Burası Neccar oğullarından Halid b. Zeyd’in, yani Ebû Eyyûbî Ensârî hazretlerinin evine en yakındı ve onun misafiri oldu. Peygamberimiz daha sonra bu arsayı satın alarak Mescid-i Nebi’yi inşa etti. Mescid-i Nebi’deki Hane-i Saaadetleri tamamlanınca da oraya taşın- dı.
İşte İslâm tarihindeki hicret olayı budur.