Değerli okurlarım!
Sıkça değindiğim insan tiplemeleri vardır. Mesela, ulu orta bir köşeye atılan çöplerin, bayat ekmeklerin konulduğu kutulara atılan lüzumsuz maddelerin ve daha sıralayacağımız birçok olumsuzluklar.
Bu gün size sürekli artan ve devam eden inatçılıklarımızdan söz etmek istiyorum.
Toplumumuzun yasaklara karşı çok büyük zaafı olmalı ki, sürekli kurallardan ve sorumluluklarımızdan devamlı taviz vermekteyiz. Ya vatandaşlık görevlerimizi bilmiyoruz, ya da bile, bile bu kurallara uymamakta ısrar ediyoruz. Eskiler iyi bilirler ilkokul kitaplarında iki inatçı keçi hikâyesini. İki keçi bir tahta köprüden geçmek için bir birlerini boynuzları ile iterler. Ben geçeceğim, diğeri ben geçeceğim diye. Ancak sonunda her ikisi de dereye yuvarlanıp giderler.
Şimdi ben soruyorum:
“Kurallar kimin için koyulmuştur?”
Bu sorunun cevabını bilmeyenimiz yoktur. Herkes bir ağızdan cevabını yapıştırır:
“Tabi ki biz insanlar için…”
Yine soruyorum:
“Öyle ise neden inat etmekteyiz. Bunu anlamak mümkün değil.”
Bakın avuç dolusu paralar ile yapılan Perpa da bir katlı otopark var. Perşembe ve Cuma günleri bu otoparka çıkıp bakın, hemen, hemen neredeyse yarısı boş, ama aşağıda yol kenarına park eden bir sürü araba görmeniz mümkün. Bu araç sahipleri araçlarını neden bu park yerine çıkarmakta inat ederler? Nedendir bu inadın sebebi bilinmez.
Birlik gazetesini çıkarmak için İstanbul’dan matbaa makinesi bakmaya gitmiştik. Cağaloğlu’nda bir malzemeciden randevu aldık. İşyerine önüne aracımızı park edelim dedik. Bir anda bir trafik polisi yanımız da belirdi. Bize kibarca:
“Beyefendi aracınızı şu ilerde ki parka çekin lütfen” dedi.
Biz sadece birkaç dakika için kalacağımızı söylememize rağmen polis bu defa bizimle muhatap bile olmadı parmağını kaldırıp otoparkı gösterdi. Biz yine ısrarcı bir tavırla:
“Memur bey hemen gideceğiz dedik.”
Adam adeta bir heykel gibi parmağı ile otoparkı göstermeye devam etti.
Aslında ne kadar güzel bir hareket. Kuralları hepimiz yerine getirmiş olsak, Yolculuklarımızda kemerlerimizi bağlasak, yağışlı havalarda yavaş gitsek, kış aylarında kar lastiklerimizi taksak, aracımızda ilk yardım çantamızı ve yangın tüplerini eksik etmesek ne olur?
Bütün bunlar kimin için?
Neden inatla bu kuralları hiçe sayıyoruz?
Her akşam ekranın karşısına geçin bakın bakalım hiç kazasız bir günümüz var mı?
Ayrıca hiç suçu günahı olmayan insanlar senin bu kötü inadın yüzünden neden canından olsunlar.
Trafikte aceleci davranmanın, türlü akrobatik şekillerde araç kullanmanın ve dahası insan hayatını hiçe sayar hareketlerde bulunmanın kime ne kazanç sağladığını iyi düşünmemiz lazım.
Trafik polisleri hatalı araç kullanan sürücülere ceza yazmak istediğinde türlü bahaneler ileri sürüp, itirazlar ederek polisin görevini engellemeye çalışan belki dünyada başka bir ülke yoktur.
Ben sürücü belgemi 1987 yılında iki kez dosya yakarak almıştım. O tarihlerde şu an bölge trafik bürosu olarak hizmet veren itfaiyenin yanında ki binada yazılı ve sözlü sınavın ardından, OSB de direksiyon sınavında kaç kez sınava girdim bilmiyorum. Neticede biz o dönemde trafik kurallarını adeta özümsemiş, hata yapmamak için çok çabalar sarf etmiştim ve halanda etmekteyim.
Sanırım toplumumuzun en önemli problemi, tamamen psikolojik. Bazı devletlerde üst üste bir kaç kaza yapanın sürücü belgesine el koyulup, sürücü hemen bir psikyatriste gönderiliyor. Orada ki tedavinin ardından sürücü toplumsal kuralların yoğun olduğu sınav sonucunda sürücü belgesine kavuşabiliyor.
Araç kullanan sürücülerin sabırlık, sinirsel ve hoşgörü testlerden geçirilmeli. Sürücü olmaları sağlanmalı. Tek kelime ile:
“Aracı belge değil, bilgi ile kullanma gerektiği öğretilmelidir.”
Kazasız ve acısız nice günlere dileği ile!..