Allah’a varlığına ve birliğine iman etmenin bir yolu vardır; O’na ortakşirk koşmanın ise pek çok çeşitleri vardır. Zamanın ve zeminin şartlarına göre, çeşitli devirlerde ve çeşitli toplumlarda farklı şirk anlayışları, söz ve davranışları zuhur edebilmektedir. Bu durumlar; Allah korusun Müslümanın en büyük değeri ve sermayesi olan imanından mahrum kalmasına sebep olabilir. Bilhassa zamanımızda bu mesele geçmiş zamanlarla kıyas edilemeyecek derecede faklılık arz etmektedir. Ebedi saadetin yegane anahtarı olan imanı sarsmaya yönelik gayretler her tarafta ve her sahada açıkça görülebilmektedir. Böyle bir tehlikeye maruz kalmamak için aileden alınan iman çekirdeğini ilmin yardımıyla yeşillendirerek bütün hasse ve duygularımıza yerleştirmek zorundayız. Her hadiseye iman penceresinden bakma, Kur’an süzgecinden bakma seviyesine ulaşmalıyız. “Sadece Allah vardır, birdir, bu dünyayı O yaratmıştır” şeklinde birkaç cümlelik bir iman bilgisi,ana-babadan ve yakınlardan duyulduğu gibi kalır da, üzerinde hiçbir ciddi araştırma yapılmadan devam ederse, böyle bir imanın kişiye kafi gelmesi ve insanın bu tarzda bir imanla hayatını devam ettirmesi nereye varır ve ona son nefesinde nasıl bir fayda sağlayabilir? Bir insanın Allah’ın varlığını ve birliğini, Peygamberlerin ve diğer iman esaslarının hak olduğunu tasdik ettiği halde inkâr, tekzib, şirk ve ortak koşmaya sebep olan ve alamet sayılan işlerden birini yapmamalıdır. Mesela bütün peygamberlere inandığı halde, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v) Allah tarafından gönderildiğine inanmayan veya namazın farz olduğunu kabul etmeyen, yahut haram olduğu kesin olarak bilinen bir şeyin helâl olduğuna inanan yada helâl olan bir şeyi haram sayan bir insanın imanı Allah yanında sahih ve makbul değildir. Halbuki bir Mü’min, dinin bütün emir ve hükümlerini gönülden kabul edip, inat ve kibirlilik göstermeden ifasına çalışmalıdır. Dinin bazı rükünlerini beğenmeyen, hafife alan kimse imanını kaybetmiş sayılır ve Mü’min sayılmaz. Mesela, namaz ve oruç gibi ibadetleri beğenmeyen, Allah emrettiği için farz olan dini vazifelerini kasıtlı olarak yapmayan veya Allah’ın yasakladığını bildiği halde haram bir işi inadından dolayı işleyen kimse bu hareketiyle Allah’a isyan ettiğinden dolayı makbul bir iman sahibi değildir. İnsanın kuvvetli bir imana sahip olması, iman nurunun kalbde devamlı olarak parlak kalması, ebedi hayatta da ona mesut bir neticeyi kazandırması için Allah’ın bütün emir ve yasaklarının makbul ve güzel olduğuna inanmalı; her birisinde büyük hikmetler ve insanın kendisine ait maslahatlar bulunduğunu kabul etmeli, imanına zarar verecek sözlerden ve hareketlerden uzak durmalı, bu imanını son nefesine kadar hiç zedelemeden muhafaza etmelidir. Çünkü ömrünün sonuna kadar imanını muhafaza edemeyenlere önceki imanları bir fayda sağlamaz. Sağlığında Allah’a ve diğer iman esaslarına inanmamış, şirk ve ortak koşmuş olan bir kimsenin ölüm gelip çattığı, hayattan tamamen ümidini kestiği ve Allah’ ın kendisi için hazırlamış olduğu azap gözlerinin önüne serildiği zaman, “Aman Allah’ım, Sana iman ettim, Peygamberin sözlerini kabul ettim” demesinin hiçbir faydası olmaz. Çünkü onu imana getiren hal, o anda gözlerinin önüne gelen azabın şiddeti ve cehennem dehşetidir. Bu gibi kimselerin imanı sahih ve makbul değildir. Canab-ı Hak bu hususu bir Ayet-i Kerimede şöyle açıklamaktadır: “Artık o çetin azabımızı gördükleri za- man: Allah’a inandık ve O’na ortak koştuğumuz şeyleri inkar ettik, derler. Fakat azabımızı gördük- leri zaman iman etmeleri kendilerine bir fayda vermeyecektir. Allah’ın kulları hakkında süregelen adeti budur. İşte o zaman kafirler hüsrana uğraya-caklardır.” (Mü’min süresi,40/84-85) Yeis halindeyken yapılan tevbe de kabul olmaz ve o kimse affa da uğramaz. Yine Cenab-ı Hak bir Ayet-i Kerimede: “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla kabul bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.” (Nisa süresi, 4/48). Evet, Allah’a ortak koşmak Ayeti Kerimede de ifa-de edildiği gibi Allah’a ortak koşmak, sadece Mekke’li müşriklerin yaptıkları gibi bir takım putlara tapmaktan ibaret değildir. Söz ve davranışlarda olmak üzere birçok çeşitleri vardır. Allah’a inandığı halde O’nun mülkü olan kâinatı ve kâinattaki kanun ve hadiseleri bir kısım sebepler, kuvvetler, tesadüf ve tabiat gibi mefhumlar arasında taksim edip onları da hakiki bir tesir sahibi kabul etmek bir şirk çeşididir. Çünkü, her zerresine varıncaya kadar, kâinat ve içindeki canlı ve cansız tüm varlıklar Allah tarafından yaratılmıştır. Bu nedenle Allah tarafından yaratılan hiçbir şey Yüce Rabbimizin benzeri ve ortağı olamaz. Benzetilmesi ise açık bir şekilde şirk olur. Allah’ın bir oluşu, zatında, sıfatlarında, isimlerinde, fiillerinde, Rab oluşunda ve hakimiyetinde, eşi ve benzeri olmayışı yönündedir. Peki hangi söz ve davranışlarında kişinin şirke girmesine sebep olan durumlar nelerdir? Öncelikle hepimizin ezbere bildiği ve namazlarımızda sık sık okuduğumuz İhlâs süresinde; Allah’ın bir olduğu, hiçbir şeye muhtaç olmadığı, doğmadığı ve doğurmadığı, O’nun hiçbir denginin olmadığı ifade edilmektedir. “De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. (Hiçbir şeye muhtaç değildir) O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.” (İhlas süresi,112/1,2,3,4). Yine Kur’an-ı Kerim’de zikredilen şu ayetlerde de bu mantık örgüsüne işaret edilmektedir: “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı kesinlikle ikisininde düzeni bozulurdu. Demek ki, Arş’ın Rabbi olan Allah onların nitelemelerinden uzaktır, yücedir.” (Enbiya süresi,21/22). “Allah hiçbir çocuk edinmemiştir. Onunla birlikte başka hiçbir ilah yoktur. Öyle olsaydı her ilah kendi yarattığını alır götürürür ve mutlaka birbirle-rine üstün gelmeye çalışırlardı.” (Mü’minun süresi, 23/9). Bu ayetler bize Allah’ın birliği konusunda yol göstermekte ve herkesin gayet kolay bir şekilde anlayabileceği net açıklamalar getirmektedir. Dolayısıyla bu kâinatı ve harika nizamı ibret gözüyle seyrettiğimizde Allah’tan başka ilâh olamayacağı konusunda imanımız güçlenmiş olur. Nitekim basit bir iş yaparken bile iki kişi karışırsa düzen bozulur, anlaşmazlıklar çıkar. Birisi şöyle yapalım derken diğeri böyle yapalım der. Eğer birden fazla yaratıcı olsaydı dünyanın düzeni kim bilir nasıl olurdu? Allah’a oğul yakıştırmanın yanı sıra, melekleri Allah’ın kızları olarak niteleyenlerin bu çirkin iddiaları da Kur’an’ın birçok ayetinde şiddetli bir şekilde reddedilmiştir. Yüce Allah bu konuda: “Onlar, ‘Rahman bir çocuk edindi’ dediler. Andolsun, siz çok çerkin bir şey ortaya attınız. Rahman’a çocuk isnat etmelerinden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp çökecektir.” (Meryem süresi,19/88-91). Bu anlamda Yahudiler Hz. Üzeyir (a.s) için, Hıristiyanlar Hz. İsa (a.s) için Allah’ın oğlu, Mekke müşrikleri de melekler için Allah’ın kızları demek süretiyle Yüce Allah’a çocuk sahibi olma isnadında ve iftirasında bulunmuşlardır. Şirkin en açık anlamı, Allah’ın yanı sıra başkalarına ibadet yapmaktır. İbadete gösteriş ve riya katmaktır. Bu nedenle şirk, çeşitli zaman ve mekanlarda, birçok kılıkta ortaya çıkabilir. Şirk çeşitlerinin başlıcaları şunlardır; -Tabiat, sebep ve kanunları Allah’ın güç ve kudretine ortak saymak ve Allah’ın bir kısım fiil ve sıfatlarını onlara yakıştırmak, Allah’a oğul ve kız yakıştırmak, Allah’tan başkasına dinde hüküm koyma yetkisi tanımak, Allah’a itaat eder gibi başkalarına itaat etmek, Allah’tan başkasına ibadet etmek şeklindedir. Bu tür söz ve davranışların çeşitli kılık ve mazeret-ler altında ortaya çıkabileceğini dikkate almalı ve peygamberimizin(s.a.v) “Ümmetimden bazı topluluklar müşriklere katılıp da putlara tapmadıkça kıyamet kopmaz’’ (Tirmizi,Fiten,43) şeklindeki uyarılarının da ışığında, imanımızı tehlikelerden koruma konusunda duyarlılığı elden bırakmamalıyız. Bunun için Müslüman her vakit, her saat ve her gün imanını yinelemesi, bu şekilde manevi tehlike ve düşmanlardan temizlemesi lazımdır. Bunun yolu da bir Hadis-i Şerif’te ifade edildiği gibi “Lâilâheillah” lafzını dilden düşürmemek, manasını ve ruhunu kalb-de yaşatmaktır. İşte kâmil bir iman; kalbde parlayan, lisanla ikrar edilen ve bütün azalarla tasdik edilen bir hakikattir.