Hz. Peygamber Efendimizin dönemini dikkatlice incelediğimizde, gençlerin İslâm’ın mesajını yaşlılardan daha önce ve daha büyük bir arzu ve iştiyakla kabul ettiğini görmekteyiz. Bu nedenle ilk Müslümanların büyük çoğunluğunu gençler oluşturmuştur. Gençlerin İslâm dinine rağbeti o kadar fazla olmuştur ki, hicret sırasında Ubeyde b. Haris gibi oldukça yaşlı bir iki kişi dışında, İslâm mensuplarının büyük çoğunluğu Müslüman oldukları zaman otuz yaşın altında idi ve ancak bir veya iki kişi otuz beş yaşın üzerinde bulunuyordu. En nüfuzlu ailelerin, en nüfuzlu soyların gençleri İslâm’a koşup, kutlu davasında Allah’ın Elçisi’ne destek ve yardımcı olmuşlar, O’nu en olumsuz şartlar altında bile yalnız bırakmamışlardır. İslâm dinini ve ahlâkını yayma konusunda Hz . Peygamber (s.av)’e asıl destek ve yardımcı olanlar da, yine bu imanlı, eğitimli ve ahlâklı gençlerdir. Hz. Muhammed (s.a.v) vahiy kâtiplerini genellikle bu gençler arasından seçmiştir. Gençlerden öğretmenler tayin etmiştir. Gençleri, çoğu yaşlı sahabelerden oluşan ordulara komutan tayin etmiştir. Ve yine çoğu savaşlarda sancağı bizzat kendisi gençlere vermiştir. Zira onların sahip olduğu enerji ve dinamizm, bir hareketi yükseklere götürebilecek ölçüdedir. İslâmiyet büyük ölçüde böyle fedakâr gençlerin omuzlarında yükselmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v)’de bu durumu; “Bana gençliğin yardımı lütfedildi” sözüyle ifade etmiştir. (El-Buhârî, Muhammed b. İsmail, Sahîhu’l-Buhârî, Mutâbıu’ş-Şuûb, b.y.y., 1378, V, 2.)
İslâm’ın çok kısa zamanda tüm Arabistan’a ve oradan da kıtalar ötesi ülkelere yayılışının altında, gençlikteki dinamizmin imanla buluşmasından kaynaklanan olağanüstü manevi güç yatmaktadır. Öyleyse öncelikle yapılması gereken şey, imanlı nesillerin yetişmesini sağlamak ve onlara iman bilinci yanında, inandığı değerler için fedakarlık yapabilme şuur ve idrakini kazandırmaktır. Böylesi gençlerin yetişmesi sadece ümmet için değil, tüm insanlık alemi için hayatî derecede gereklidir. Çünkü, İslâm’ın evrensel mesajının iman bilincine ulaşmış gençlerin eliyle insanlığın önüne sunulması sayesinde, bugün her bir tarafı kan ve gözyaşıyla sulanmış yeryüzü toprakları acı verici çehresinden kurtulacaktır. Hiç kuşku yok ki, tüm insanlık hasret kaldığı huzur dolu, saadet dolu çağlara tekrar bu imanlı gençlerin eliyle taşınacaktır. Peygamberimiz yüce davasını ilan etmeden önce, çevresinde gençlerden meydana gelen bir nur halkası oluşturmuştu. O kahramanların % 80 i 10 – 25 yaş arası gençlerden oluşuyordu. Hz.Ali, Hz.Zübeyr, Hz.Talha gibi.. sahabeler bu cennet ordusuna daha çocuk yaşta iken katılmışlardı. Bu gençlerden biri olan Zeyd (ra) Peygamber sevgisiyle güneşi bile söndürebilecek bir aşka sahipti. Zeyd bir sefer hazırlığı anında Peygamberimizin alnında ter damlacıkları gördü. Bu ter damlaları gönlüne dokundu. Dayanamadı, öfkeli bakışlarını güneşe dikti. Gözlerini ayırmadan bakmaya başladı. Allah Resulü bu durumu fark etti. Hemen Zeyd’i kolundan tutarak; - Zeyd! Ne yapıyorsun? Güneşi söndüreceksin. Deyince, Zeyd bakışlarını yere çevirdi.
Ecdadımızın hanımları, çocuğunun yorganına mermi sarmak suretiyle vatanı kurtarmaya koşmuşlardı. Onlar cepheye gönderdikleri kocalarından hiçbir haber almadan yıllarca beklediler. O günlerde genç bir anne bebeğine ninni söylüyordu;
Uyu yavrum yine şimşekler çakıyor.
Şehit baban gelmiş bize bakıyor.
Yarasından kızıl kanlar akıyor.
O yarayı dur bağlayam ninni
Sen ağlama ben ağlayam ninni
Hu hu hu Allah, İyilikler ver Allah
Sen iyili verirsen yavrum büyür inşallah.
O günkü annelerimizin ninnilerinde baba hasreti, şehitlik duygusu, vatan sevgisi işleniyor. Sonunda da Allah lafzı çocuğa ezberletilircesine tekrar ediliyordu. Ama şimdiki annelerin ninnilerinde; “Dandini dandini dastana, danalar girmiş bostana…” gibi boş ve manasız sözlerle çocuklarımızı yetiştiriyoruz.
Gel kardeşim, engelleri birden aşalım gel.
Seller gibi davada beraber taşalım gel.
Bayraktaki rüzgar gibi destanlaşalım gel.
Allah’a giden yolda beraber koşalım gel.
Yüzyılları Kur’an’la beraber aşalım gel.
Yol vermeyen engelleri beraber aşalım gel.
Ruh aleminin, nur saçan ufkunda melekler.
Allah’a giden yollara çıkmış seni bekler.
Hep özlediğin yerlere güller serecekler.
Dergahına Rabb’in el açıp yalvaralım gel.
Hala kanayan matemi birden saralım gel.
İmanını Türk gençliğinin kurtaralım gel.
Allah’a giden yolda beraber koşalım gel. (A.Ulvi Kurucu)
Akıllı insan, önce kendi ruh ve beden sağlığına dikkat eden insandır. Elimizdeki en sınırlı kaynak zamandır. Bir insanın yapabileceği en önemli şey zamanını değerlendirebilmesidir. Zamanın iyi değerlendirilmesi de iyi yaşamakla mümkün olur. İyi yaşamak ise, sadece zengin olmak, para sarf etmek değildir. Mesela, biri okuduğu, yazdığı, sanat ve kültür olaylarını izleyebildiği zaman iyi yaşadığını anlar. Bir başkası, ibadet ve iyiliklerini çoğalttığı zaman iyi yaşadığını anlar. Bir başkası da süfli arzularının peşinde koştuğu zaman iyi yaşadığını zanneder.
Yaşamak hayattan zevk almaktır. Bazen bir çiçeğin kokusu, bazen sevdiğimiz bir dostun gülümsemesi bize hayli zevk verir, mutlu eder. Hayattan zevk alan, yani iyi yaşayan insan, aynı zamanda ruhsal açıdan da doyuma ulaşmış olur. Çünkü kendisi mutlu olunca, etrafına da mutluluk saçacaktır. Kendisi mutsuz ve huzursuz olan insanlar, çevresine de mutsuzluk aşılarlar. Kısacası, hayattan zevk almak, mutlaka tadılması gereken bir duygudur. Bunu başarmak için; Bu gün ki gençler, dergi, gazete, kitap okumalı. Bir sanat dalıyla ilgilenmeli. Yabancı dil bilmeli, Bilgisayar kullanmalı, Kendi dilini mükemmel kullanmalı ve toplumda aktif bir insan olmalıdır. Millet, gençliğin iyi yetişmesiyle ancak ayağa kalkabilir. Hz. Ömer (ra) “Gençliği olmayan bir millet perişandır.” demektedir .
Günümüzde kumar masasının başındaki gençlere kızma hakkımız yok. Diskotekte, meyhanede vakit geçiren gençlere de kızma hakkımız yoktur. Son asırda, bu hale gelebilmek için az gayretler sarf etmedik. Dansı, eğlenceyi, içkiyi, kumarı, dekolte giyinmeyi, kız-erkek arkadaşlığını, flört etmeyi medenilik aracı gördük. Bütün bunları hep batıyı yakalayacağız diye yaptık. Ne kadar rezilliği ve pisliği varsa aldık. Bunu yapmayanlarla da alay ettik. Modern toplum sloganlarıyla, kendi öz değerlerimizden, kültürümüzden, tarihimizden, dinimizden uzaklaştık. Şimdi bunu yapan gençlere nasıl kızabiliriz ki; ama belki onların bu hallerine acıyabiliriz. Onların bu perişan halleri, sıcak aile ortamından uzak, kenarlarda, köşelerde ömür tüketmeleri yürekleri sızlatmaktadır. Bütün bunların sorumlusu, eskilerdir, büyüklerdir. Ecdadının nurlu yolundan uzaklaştıranlardır. Şanlı tarihini unutturmaya çalışanlardır. İslâm’ın ve Kur’an’ın gönüllerden silinmesi için çalışanlardır.
Geleceğini teminat altına almak isteyenler, gençlerini kendi değerleri doğrultusunda yetiştirmek zorundadır. Toplumların yaşadığı güzelliklerin arkasında gençliğin olumlu davranışları olduğu gibi, yaşanan kötülüklerin arkasında da ihmal edilen gençler vardır.
Şevket BOYRAT
Çeltikçi Mah. Camii İmam Hatibi