Bir zamanlar bir sokağımız vardı... Karanfil sokak.. Evet hala var fakat pek sokak denebilir mi? Bilemem.. Sokak dediğinde bahçeli evleri olacak, komşu komşuyu bilecek.. Kaç çocuğu var? Kim kimin nesi? Kim ne iş yapar? Kim zengin? Kim fakir? İşte biz böyle bir sokakta büyüdük.. Bahçeli evlerin tarabalı avlularında her yaz karanfiller, güller, şebboylar, gülen güneşler açardı.. Ağaçlar olurdu sokakta koşturuken yorgun düşüp gölgesinde gölgelendiğimiz... Cıvıl cıvıl kuş sesleri.. Serçelerin cıvıltıları, bülbüllerin şakırtıları olurdu... Dut ağacı vardı dedemin diktiği o koca gövdeli iri dut ağacı... Hem gölgesinden hem meyvesinden yararlanırdı cümle alem.. Halkın malıydı kim isterse ücretsiz dinlenir, ücretsiz tatlanırdı gölgesinde... Mesela bakkal Recep amcanın avlusunda armut ağacı vardı.. Dalında sallanan sıra sıra bal gibi armutlar... Mesela saniye ablaların avlusunda kiraz ağacı vardı... Mis gibi kirazlar, kırmızı kırmızı göz kırpardı bize. Tabi gölgelerinde gölgelenmekte olan, kaldırımda halka oluşturmuş, koyu sohbete tutuşmuş komşu annelerimizden fırsat bulursak çıkardık ağaçlara yerdik meyvelerinden. O halkalarda ne konuşulmazdı ki. En çokta biz çocuklarını çekiştirirlerdi, sonrada kocalarını. Yeni taşınmış birisi varsa hemen onun hakkında fısıltılı istihbarat yapılırdı.Kimdi?Nereliydi? Nesin nesiydi? Kimin fesiydi? Kocası ne iş yapardı? Gelinleri çekiştirmeden olmazdı tabi.. Allah affetsin.. Ahh o halkalardan kimler geçmedi ki, rahmetli annem, ahiretliği Cemile abla, en sevdiği arkadaşları, Emine abla... Şafiye komşu anne... Saniye abla... Yeter Abla... Ayşe komşu anne.. Nazife abla... Zübeyde abla... Mahallenin belli başlı kadın muhafızları idi bunlar.. Aynı zamanda gözleri hep üzerimizde olurdu. Sıkıysa küfret sokakta, sıkıysa kavga et... İşte bizim en başta ahlaki irfanımızı tamama erdirme yolunda ilk adımı attığımız ustalar bu hanımlardı... İrfani taytaylarımızın emekatrı kadınlar. Önce onların elinde şekil aldık. İlk okulumuz sokaklardı bizim. Güven, itimat kalmadı.. Edep ahlak yok... Eskiden aile gibiydi sokaklar.. Koca bir ev.. Koca avlusu olan bir köşk gibi.. Büsbüyük bir aile... Şimdi mi..? Şimdi medeniyet (!) girdi sokağımıza... Kentleşme hastalığına düçar oldu.. Modernizmin marazının dişlileri arasında sıkıştı... Top oynayacağımız boş arsalarımıza üçer beşer katlı koca koca binalar diktiler... Tüm ağaçları kestiler.. O küçük evlerin kocaman bahçelerinin üzerinde kepçeler dümdüz etti akasyaları, gülleri.. Beton yığınına çevirdiler mahallemizi.. Bırakın koşturacak yeri, aracınızı park edecek yer bulmak mümkün değil.. Her evin önünde ikişer üçer araba... Tekerlekli canavarlar... Sokağımızı da bizim çocuklarımızın çocukluğunu da çaldılar... Mahvettiler... Artık kimse kuş sesleriyle, çiçeklerle falan ilgilenmiyor.. Keşke zaman makinesi icat olsa da 20-30 sene evveline gidebilsek.. Gitsek de söylesek herkese.. “Aman!” desek, gelecek hiç aydınlık değil... Sahip çıkın sokağınıza.. Diyebilsek...
|