İnsanoğlunu diğer mahlukattan ayıran en önemli özelliği Akıl sahibi olmasıdır. Akıl sayesindedir ki insan, emir ve yasaklara muhatap olmuş, iradeli bir varlık kılınmıştır. İnsan dışında başka hiçbir varlık iradeli değildir. Onun için ilahi vahıyde/Kur’an’da yüce Rabbimiz birçok ayette “Akletmez misiniz” (14 yerde) “...ki akledesiniz” (8 yerde). “Akleden bir toplum için.” (9 yerde) veya “Eğer aklederseniz” şeklinde bizleri sürekli uyarmış bulunmaktadır.
Bir ayette de Rabbimiz, “Allah pisliği, (azabı, rezilliği) aklını kullanmayanların üzerine bırakır…” (Yunus 100) buyurmaktadır.
Klasik bilgilerimizden de biliyoruz ki, Akıl bilginin yollarından, sebeplerinden birisidir. (Esbabı İlim üç tür.
1-Akıl,
2-Doğru haber,
3- Beşduyu).
Din tarif edilirken de “akıl sahiplerini kendi istekleri ile tam doğru olan bir yola ileten ilahi ka-nundur…” diye tarif edilmiştir. Onun için de, Hz. Peygamberin (as) “Aklı olmayanın dini de yoktur.” dediği rivayet edilir. Yani Din ancak akıllı insanlar için gereklidir. Emir ve yasakları ancak akıllı in- sanlar anlayabilir. Deliler hiç bir şeyle mükellef değillerdir. Onlara Din gerekmez.
Bu kısa açıklamlardan da anlaşılacağına göre Akıl Yüce Rabbimizin bizim yaratılışımıza koyduğu bir cevher, bir kabiliyet, bir kıymet ayırıcı bir özelliğimizdir. Peki Akıl, her bilginin başlangıcı ve sonucumudur? Kendi kendine yeterlimidir?
Akıl, insanoğlunun bir kabiliyeti olunca, verisiz/ donesiz, malzemesiz bir akıl programsız bir bilgisayara benzer. Nasıl ki bilgisayarın bir kabiliyeti vardır amma onun içine belli bir program yüklemez iseniz, o bilgisayar hiç bir şeyi bilemediği gibi, akılda verileri, doneleri (delilleri) olmadan bir iş yapamaz. Görmek için ışık olmadan yalnız gözün kafi gelmediği gibi...
Aklın doneleri, verileri her ilim dalına göre deney, tecrübe, rakamsal değerler olabildiği gibi... Konumuz din olunca, aklın verileri doneleri dinin delilleri olan nakli bilgiler, yani ayet ve sahih hadisler, sahih sünnetdir. Bu delilleri ve verileri değerlendirecek olan yegane kabiliyet Akıl olduğuna göre, akılsız hiçbir doğruya ulaşılamaz…Akılımızı kullanmadan bir Peygamberi bir yalancıdan ayıramayacağımız gibi akletmeden iman da edemeyiz tevhide de ulaşamayız.
Akıl için söz konusu bir zaaf varsa, o da onun faal edilememesi, işlevsiz bırakılmasıdır. Bundan dolayı da iradeli bir varlık olan insan sorumludur. Onun için Yüce Allah Kur’an’da defaatle bize akletmemizi emrediyor ve “Akletmeyenlerin her türlü pisliğe, azaba ve rezilliğe mahkum olacaklarını..” Yunus 100) bildiriyor.
Bazan AKIL ve NAKIL (deliller) birbiri ile ters, zıt olabilir mi? Bu durumlarda bir birine zıt olan ‘akıl ve nakıl’ değil, eldeki deliller, verilerdir. İşte akıl bu durumlarda birbirine zıt gibi olan delilleri yorumlayacak, tevil edecek ve en doğruyu, en güzeli bulacak- tır. Geçmiş alimlerin ilmin/bilginin sebeplerinden saydıkları Doğru haber ve Beş duyuyu biz aklımızla ölçecek yorumlayacak ve sağlıklı bir neticeye aklımızla ulaşacağız.
Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’in (as) Allah’ın varlığını ay’a, yıldızlara ve güneşe bakarak nasıl bulduğu, aklını kullanarak nasıl tevhid’e ulaştığı çok güzel bir şekilde anlatılır. (Enam 76,77,78,79)
Günümüz insanı, Müslümanı da aklını kiraya vererek ödünç düşünceler yerine Allah’ın kendisine verdiği AKIL nimetinden gereği gibi istifade etmesini bilmelidir. Her türlü iletişimin fevkalade geliştiği bir dünyada bir takım Kur’an dışı, akıl dışı rivayetlerle başkalarının aklı ile konuşmanın ne anlamı olabilir. Ancak ilimde bilgide aklederek yükselmiş Allah katında ilmi ile derece kazanmış (Mücadele 11) kimselere itibar edilmelidir.
Sözlerimizi şu ayet ile bitirelim;
“Allah’tan hakkıyla ancak alimler korkar/sakınır...”