Dini bayramlarımızdan biri olan mübarek kurban bayramına daha yarın kavuşmuş olacağız. Kurban bayramını Cenab-ı hak hakkımızda hayırlı eylesin.

 Kurban, ibadet niyetiyle belirli bir vakitte, belirli nitelikleri taşıyan hayvanları kesmektir. Buna Udhiyye denir.

Kurban, yakınlaşmak manasına gelir. Yani, insanı Allah’a ve O’nun rahmetine kavuşturan bir ibadettir. Kurban ibadetinin tarihi oldukça eskidir. İnsanlık tarihi ile birlikte var olmuştur. Hak olsun batıl olsun bütün kavimlerde kurban hadisesini görmekteyiz. Tanrılara, tapınaklara, aya, güneşe, ateşe veya kutsal saydıkları birçok değerlere geçmişteki insanlar kurbanlar adayıp, kesmişlerdir. Bugün İslâm dünyasının uyguladığı kurban, Hz. İbrahim (as)’dan bize bir hatıradır.

Hz. İbrahim değerli hanımını ve güzeller güzeli yavrusunu, kuşun uçmadığı, kervanın geçmediği bugünkü Kâbe’nin bulunduğu ıssız yere bırakıyordu. Bu olayda, Hz. Hâcer ve yavrusu sanki ölüme terkedilmişlerdi. O emri veren yüce Mevlâ, Cebrail (as)’ın kılavuzluğu ile özel olarak bu mukaddes beldeye getirilmişti. Cenab-ı Hak, bizzat onlara kendisi ev sahipliği yapmış, ana ile oğul “Tanrı misafiri” olmuşlardı.

Hz. İbrahim, onları son defa görebileceği “Seniyyetü’l-Vedâ” denilen tepeye gelince durdu. Beytullah’ın olduğu yöne doğru dönerek, ellerini kaldırdı. Kur’an’da yer alan şu duayı yaptı; “-Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem’inin (Kâbe’nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki, bu nimetlere şükrederler.”(İbrahim;37) Bu duadan sonra oradan ayrılıp uzaklaştı. Onlar, Allah’a teslim olmuşlardı.

Hz. Hâcer, yavrusunu bağrına basmış, havanın sıcaklığı çocuğu fena halde bunaltmıştı. Hacer su bulabilmek için etrafına bakındı. İkiyüz metre ilerdeki Safa tepesine çıktı. Fakat görünürlerde su yoktu. Dörtyüz metre ileride bulunan Merve’ye doğru ilerledi. Vâdi tabanına gelince, etekleri dolaşmaması için eteğini topladı ve koşarak geçti. Bu arada İsmail, kumlar üzerinde susuzluktan kıvranıyordu. Çocuktan uzaklaşmamak için, daha uzaklara gidemiyor, Safa ve Merve tepeleri arasında koşuşturuyordu. Bu arada, Safa’dan Merve’ye dört defa gitmiş, Merve’den Safa’ya da üç defa gelmiş bulunuyordu. Bütün bu çırpınışları sonucunda, sesine ses verecek, derdine derman olacak tek bir canlıya rastlamamıştı. Bu hengâme sırasında, birde baktı ki, İsmail’in yanında, Cibril-i Emin kanadıyla toprağı eşelemekte. Hâcer annemiz, sevinçle koşar, bakar ki zemzem fışkırmakta...

Cibril-i Emin; “Zayi oluruz diye sakın korkmayın. İşte burası “Beytullah’ın olduğu yerdir. O Kâbe’yi de, şu çocukla babası yapacaktır” buyurdu. Hz. Hâcer, gönül dolusu şükür duygularını, Rabbine arzetti.  Böylece, ölüm tehlikesi atlatılmış oluyordu. Hâcer, “Allah bizi zayi etmez” sözündeki tevekkül ile büyük bir ikrâm almıştı. Elleriyle o suyun havzasını oluşturan, ona şekil veren ve o suya zemzem (dur dur) diye bu ismi veren Hâcer annemizi binlerce yıl sonra, yâd etmek vicdani bir görev olsa gerektir.

 Bu mübarek suyu, Haremeyn’in ziyaretçileri, Hac ve Umre’den dönerlerken, ellerindeki bidon ve su kablarına doldurarak, dünyanın her bir köşesine taşımakta ve kendilerini ziyarete gelenlere ikram etmektedirler. Yeryüzünde bu derece seyahat eden, elden ele, büyük ihtimamla taşınıp, milyarlarca insan tarafından içilen, başka bir su mevcut değildir. O, iyi ve güzel insanlar tarafından içilen bir sudur.

Hz. Hâcer, küçük bebeği İsmail ile birlikte Mekke’nin o zaman çöl olan bölgesinde yalnız kalmıştı. Suları bitince, annelik sevgisi ve şefkatiyle, sağa sola koşturup, su arıyordu ki, o nadide su zemzem, çölün ortasından fışkırıverdi. Bu koşturduğu yerler Safa ile Merve tepeleri arası idi. Kâbe’nin doğu istikametinde kalan bu mekânlar arasında yedi defa geliş ve gidiş yapılarak, Hz. Hâcer’in koşturmaları sembolize edilir. Yani Hacer, Hac tiyatrosunda, başrol oyuncusu ve en önemli sîmadır. Allah’ın haremindeki tek kadın, tek annedir. Öyle bir anne ki;

O, dağlar arasında bir avare. O, su arıyor... O, evlâdının susuzluğunu gidermek için çırpınan anne. O, annelerin en merhametlisi. O, annelerin en şefkatlisi. O, hacc ibadetin tek kadın sembolü. O, Allah evinin komşusu. O, cenneti ayakları altına serdiren anne.            

            Hz. İbrahim Allah’tan başka kimseyi sevmediği iddiasına sahipti. Ama insanoğlu beşerdir. Mutlak kemâl Allah’a mahsustur. Yüce Allah İbrahim (as)’i bu konuda imtihandan geçirmiştir. Hz. İbrahim bir oğlu olursa, onu Allah yolunda kurban edeceğini adamıştı.  Aradan uzun zaman geçmiş, oğlu olmuş, İbrahim ise bu adağını unutmuştu. Rüyasında Cenab-ı Hak, İbrahim’e bu adağını hatırlattı. Çok sevdiği oğlunu boğazlayıp, kurban etmesini istedi. Ailece çetin bir imtihandan geçmekteydiler. Yani baba İbrahim, anne Hacer ve Oğul İsmail.

Hz.İsmail (as), peygamberimizin büyük dedesidir. İki peygamber arasında yetimlik yaşantısı bakımından benzerlik vardır. Hz. İsmail, babası hayatta olmasına rağmen yetim yaşamıştır. Resulüllah efendimiz ise, babasını hiç görmemiştir. Hz. İbrahim (as) oğlu İsmail’i kurban ettiğini rüyasında görür. Yıllarca ayrı yaşadığı, doya doya sevemediği oğlunu kurban etmesi isteniyordu. Durum anne Hacer’e bildirildiğinde, o tevekkül ile şu sözü söylüyordu; “Allah bizi zayi etmez” diyordu. Şeytan önce kararından vaz geçirmek için İbrahim (as)’e geldi. Sonra Hacer annemize gitti. Daha sonra oğul İsmail’e gelerek bu karara itiraz etmelerini istedi. Her biride şeytanı taşlayarak, yanlarından kovdular. İbrahim (as), oğlu İsmail’e; “Rüyamda seni kurban ettiğimi görüyorum” deyince; İsmail (as) ; “Ey babacığım! Sana ne emredildi ise onu yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.”(Saffat;102) diyordu. Can tatlı, istenilen fedakarlık ise çok büyüktü. Neticede; kesme emrini alan bıçak, İsmail’i kesmiyor, Allah tarafından gönderilen koçu kesiyordu. Bu olay Mekke yakınlarındaki Mina’da meydana geldiği için, bütün müminler, o hatırayı yaşatmak istercesine, şeytanı  Mina’da taşlamaktadırlar.

Kurban bayramının birinci günü, hac yolcusu, Mina’da şeytan taşlarken, içinde taşıdığı bütün kötülükleri de atar. İhramlı iken bir otu bile koparamazken, bir canlıya zarar veremezken, bir hayvan kesilerek kurban edilir. Bir sineği öldürmekten sakınırken, gerekirse bir deve kurban edilir.

        Şeytanı taşlayan müslüman; “Ben bu kutsal yerde, bu kutsal günde, milyonlarca mümin kardeşimle şeytanı taşlıyor, ona savurduğum her taş ile onu yaşantımdan, içimden ve özümden uzaklaştırıyorum. Bundan böyle, şeytanla dostluğum olmayacak, Onun davetine hiç bir yerde icabet etmeyeceğim. Bunu göstermek için de şu küçük taşları ona atıyorum.” demeli ve bu bilinçte olmalıdır. Ama bu görev ifa edildikten sonra, memleketine dönenler, yeniden şeytanlar ile iş birliği içersinde olurlarsa, o zaman o kutsal mekânlarda verdikleri sözü bozmuş olurlar. Şeytan taşlama; kötülükleri, haksızlıkları, zulmü ve tüm meşru olmayan şeyleri reddetme anlamı taşır. Bu sebepten Mina, gösteri yeri gibi, şeytanlaşmış duyguların yaşantımızdan kovulduğuna dair, Allah ile yaptığımız sözleşmenin imzalandığı yerdir.

Kurban, hicretin 2. yılında meşru kılınmış olup, Kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Cenab-ı Hak;“Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” (Kevser;2) buyurmuştur. Kurban Allah içindir. Onun rızasını kazanmak düşüncesiyle kesilir. Günümüzde, evlere, arabalara, kişilere, şahıslara kesilen kurbanlar, Allah’ın rızası maksadıyla kesilmiyorsa, onlara kurban diyemeyiz. Ve bunların etlerini de yine ihtiyaç sahiplerine dağıtmak gerekir. Kurban kesilip, kanından bir miktar alıp, kişinin alnına sürmek, bid’attır. İslamla bir ilgisi yoktur.  

            Kurban, müslüman olan, hür olan, misafir olmayıp, sadaka-ı fıtır verebilecek kadar zenginliğe sahip, ihtiyaçlarının haricinde belli bir miktar parası veya malı bulunan kimselere vaciptir. Kurbanın, Bayramın ilk 3 gününde kesilmesi lazımdır. İlk gün kesmek daha faziletlidir. Gece kurban kesmek ise, mekruhtur. Kurbanı kesen kasabın ücreti, kurbandan verilmemeli, ayrıca ödenmelidir. Ölü için kurban kesmek yoktur. Ailede, kim zengin ise kurbanı o kesmelidir. Kurban vekalet yoluyla da kesilir.

Vekalet yoluyla kurban kesim işleri çeşitli hayır kurumlarınca da yürütülmektedir. Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, Türkiye Diyanet Vakfımızda, Müftülüklerimizle işbirliği yaparak, vekalet yoluyla kurban kesimini bu yılda sürdürmektedir. Kurbanlar, Kurban bayramının 1-2 ve 3. günlerinde kesilmelidir. Peygamber Efendimiz; “Kurban kesiniz, çünkü babanız Hz.İbrahim (as)’in sünnetidir.” Yine Peygamberimiz, kızı Fatıma’ya; “Ya Fatıma! Kalk, kurbanın başında bulun. Onun yere düşen ilk damla kanı ile Allah günahlarını bağışlar” buyurmuşlardır. Demek ki, imkan varsa kişinin kurbanın başında bulunması evladır. Kurban kesildikten sonra, bazı insanlar etleri dolaplarına stoklayıp, aylarca yemektedirler. Bu her ne kadar caiz ise de, uygun olan, bir miktarının ihtiyaç sahiplerine, fakirlere, yoksullara dağıtılmasıdır. Kurbanı kesmeyip, parasını başka bir yere versek, başka bir fakiri sevindirsek, olur mu? Elbette olmaz. Fakiri sevindirmek, muhtaç ve yoksulların yardımına koşmak elbette çok asil bir davranıştır. Bunun sevabı da çoktur. Fakat kurbanın kesilmemesi insanı kurban sorumluluğundan kurtarmaz. Yani ikisi farklı ibadettir. Kurban ayrıdır. Sadaka ve hayır ayrıdır. Kurban kesmeyip, yerine verilecek sadaka caiz olmaz.   

Kurban kesilirken mümkünse başı ucunda bulunmak gerekir. Tekbir getirilerek dua edilir ve Bismillahi Allahüekber  diyerek kesilir. Mevla; “Kestiğiniz kurbanların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır, sizin takvanız, güzel davranışlarınız ulaşır.” (Hac;37) buyurur. Dolayısıyla, kesilen kurbanlar, gösterişten uzak sadece Allah rızası için kesilmelidir.

            Kurban kesildikten sonra, bir miktarını mutlaka ihtiyaç sahiplerine dağıtınız. Onların duasını alınız. Kurbanın derisine zarar vermeden yüzülmeli, israf edilmemelidir. Bazılarının düşündüğü gibi bu bayramı kan ve katliam bayramı olarak algılamak, hatadır. Rabbimizin emrine muhalefettir.

            Kurban bayramından bir gün önce, arafe günü, sabah namazından başlayıp, Bayramın 4. günü ikindi namazına kadar devam eden, her farz namazın sonunda söylenmesi gereken Teşrik Tekbirleri  getirmek de vaciptir. Bunları da yerine getirmeye çalışalım.

Bayram gelince mü’minlerin evlerinde bir coşku ve telaş yaşanır. Hanımlar bayramda ağılayacakları konukları için evlerinde hazırlıklar yaparlar. Çocukları ve torunları için börekler baklavalar açılır. Uzaktan gelen akrabalar için hazırlıklar yapılır. Yaşlılar, kendilerini ziyaret edecekler için hazırlanırlar. Anneler, çocuklarına yeni bir şeyler giydirebilmek için çarşı pazar dolaşırlar. Küçükler, bazen bayramlık elbiseleri ile yatağa yatmak isterler. Beyler bütün bu ihtiyaçların finansmanını karşılarken, kurbanlık bakmanın da telaşına düşerler.

Bayram gelince insanların gönlünde merhamet mayalanır. Bu günde mutlulukların paylaşılacağı coşkuyu yaşamak lazımdır. Yani gönlümüzdeki sevgileri bölüşeceğiz. Bu sevgiler öyle sevgilerdir ki, paylaştıkça çoğalacak sevgiler. Bu bayramda daha çok çocuğun yüzü gülsün. Daha fazla fakir ve yoksulun gözleri ışıldasın. Büyüklerimizin dualarını almak için koşturmalıyız.

Hanımlar bayramda misafir edecekleri konukları için evlerinde hazırlıklar yaptılar. Çocukları ve torunları için börekler baklavalar açıldı. Çocuklarına yeni bir şeyler giydirebilmek için çarşı pazar dolaştılar. Beyler bütün bu ihtiyaçların finansmanını karşılarken, kurbanlık bakmanın da telaşına düştüler.

Bizlere yılda iki defa böyle coşkulu bayram sevincini yaşatan Rabbimize şükürler olsun. Gönül ister ki bu benzersiz günlerin kıymetini bilelim.

Karşılıklı muhabbetlerle, samimi duygularla kaynaşmayan toplumların bayramı yoktur. Bu bayram günlerinde, yüzünüzdeki tebessüm, tatlı dil ve güler yüzle etrafınıza insanlık ve medeniyetin örneklerini sergileyiniz.  Kalplerdeki pürüzleri gideriniz. Dargınları mutlaka barıştırınız. Akrabalık bağlarını koparmak pek kötü, çok günah bir şeydir. “Akrabasıyla ilişkisini kesmiş bir kimsenin bulunduğu meclise rahmet inmez” buyrulmuştur. Bunun için akraba ziyaretlerine öncelik veriniz.

Sosyologların şöyle bir tesbiti vardır; Akraba ziyaretlerinin çok yapıldığı Bayram günleri ile düğün, dernek günlerinde, insanların hastalık ve ölüm olaylarına daha uzak kaldıkları görülmüştür. Yani onların mutluluğu, onları korumaktadır. Belki de yüce Rabbimiz, böylesi mutlu günlerde kullarına toleranslı davranmaktadır.

Bayram, birbirimizi en çok sevdiğimiz zamandır. Tüm Müslümanları ve aziz milletimizi çok sevmeliyiz. Bu sevgimiz başkalarını rahatsız etse de, yine de sevmeliyiz. Çünkü, birbirini sevmeyen toplumların bayramı yoktur. Bayramlar, birlik ve beraberliğin kuvvetlendiği mutlu günlerdir. Bu duygularla Kurban Bayramını kutluyor,  yüce milletimizin ve tüm Müslümanların huzur ve saadeti için dualar ediyorum, Yüce Rabbimizin selamı, rahmet ve bereketi tüm inananların üzerine olsun.

Bizlere yılda iki defa böyle coşkulu bayram sevincini yaşatan Rabbimize şükürler olsun. Gönül ister ki bu benzersiz günlerin kıymetini bilelim.

 

Bu duygularla bütün milletimizin idrak edeceği Kurban Bayramını huzur ve saadet içersinde geçirmeyi ümit ediyor,  yüce Rabbimizden herkese sağlık ve afiyetler diliyorum.

 

                                                                                  Şevket BOYRAT

                                                                        Çeltikçi Mah. Camii İmam Hatibi