Bir dünya hayal edin ki; insanlık cehalet karanlığına kurban, içki, kumar ve fuhuş yaygınlaşmış, kadın ticarî bir meta´ halinde alınır satılır olmuş, güçlüler, zayıfları eziyor, akrabalarla ilgi kesilmiş, yetimler çaresiz, İnsan, insana kul ve köle olmuş, anneler dünyaya çocuk getirmekten korkar halde. Haklının değil güçlünün konuştuğu, uğradığı zulüm ve haksızlık karşısında adalet arayan insanlar. Daha neler ve neler…

Sevgi, saygı ve güvenin yerini kin, nefret ve korku almış, yaşama sevincini yitiren bir yığın insan. Dünya, barışa susamış, huzur arıyor. İnsanlar ise bir kurtarıcı bekliyordu.

İnsanlık adeta alabora olmuş bir gemi misali yalpalanıp dururken Yüce Allah [Azze ve Celle], sadece inananların değil, düşmanlarının bile emniyet ve samimiyetine âdete hayran olduğu Hz. Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] Efendimizi insanlığa son Peygamber olarak gönderiyordu. Bu olay Kur´an-i Kerimin Saf suresi dokuzuncu Ayet-i Kerimesi ile şöyle müjdeleniyordu. “O, kendisine ortak koşanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir.”

O´nun gönderilişi, Yüce Allah´ın [Azze ve Celle] insanlığa merhametinin bir tecellisi idi. Yüce Allah [Azze ve Celle]; “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya/107) buyurarak O´nun bir rahmet Peygamberi olduğunu haber veriyordu. Bu durumu Merhum Süleyman Çelebi şu dizeleri ile anlatıyor:

“Doğdu ol saatte ol Sultan-ı Din,

Nura gark oldu semavat´u zemin.” 

“Sen, dünyamıza hoş geldin Ey Nebi.” Salât ve selamlar sana olsun.

Allahu Teâlâ son elçi olarak Hz. Muhammed (s.a.s.)´i seçmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.)´i mükemmel bir din ile göndermiş, O´nu en büyük mucize ve hükmü kıyamete kadar geçerli olan Kur´an-ı Kerim ile desteklemiştir. Cenâb-ı Hak, O´nun ahlâkını övmüş (Kalem, 68/4), O´na Kevser´i (Kevser, 108/1) ve Makam-ı Mahmud´u vermiş (İsrâ, 17/79), O´nu İsrâ ve Mirac mucizesiyle taltif etmiştir. (İsrâ, 17/1)

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), âlemlerin rahmet peygamberidir. O, sadece bir topluluğa ve belli bir zamana değil, kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün insanlara huzurun, mutluluğun ve kurtuluşun yollarını göstermek, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak üzere gönderilen son Peygamberdir. Efendimiz (s.a.s.)´in mesajları evrensel niteliktedir. Yani O´nun getirdiği esaslar insanların fıtratlarına ve her devirdeki toplumların ihtiyaçlarına ve beklentilerine uygundur.

Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.s.)´e itaati, kendine itaat etmiş olmanın şartı saymıştır. (Nisâ, 4/80) Hz. Peygamber (s.a.s)´e itaat, Allah´ın rızasını, sevgisini, rahmet ve mağfiretini kazanmanın yeğane yoludur. (Âl-i İmrân, 3/31) Allah Resûlüne itaat edenler altlarından ırmaklar akan cennetlere gireceklerdir. İsyan edenler ise, cehennemde ebedî olarak kalacaklardır. (Nisâ, 4/13-14) Allahu Teâlâ, Resûlüne itaati kendine itaat kabul etmek suretiyle O´nun değerini yüceltmiştir.

Cenâb-ı Hak, Kur´an´da, diğer peygamberlere isimleri ile hitap ettiği halde Efendimiz (s.a.s.)´e ismiyle değil, “ey resul”, “ey nebî” diye hitap ederek O´na hususi bir iltifatta bulunmuştur. Kur´an´da, O´nun huzurunda seslerini yükseltmemeleri emredilerek, Peygamber Efendimize saygı ve hürmette kusur etmemeleri konusunda mü´minler uyarılmıştır. Ayrıca Yüce Allah´ın ve meleklerin Hz. Peygamber (s.a.s.)´e salatü selam getirdikleri bildirilerek Peygamberimizin Allah katındaki kadru kıymeti hatırlatılmakta, mü´minlerden de Resûlullah´a salatü selam getirmek suretiyle O´na tazim ve hürmet göstermeleri istenmektedir.

Böyle kadri yüce bir peygamberin kıymetini idrak edemeyen, O´na gereği gibi saygı ve hürmet gösteremeyen bir insan, ancak kendine yazık etmiş olur. Zira kendisini ateşe düşmekten korumaya çalışan bir insana karşı direnen ve onun elinden kurtulmaya çalışan kimse neticede kendine zarar vermiş olur.

Bütün insanların Peygamber Efendimiz (s.a.s.)´i gereği gibi tanımaya ve anlamaya ihtiyacı vardır. Çünkü insanlığın gerçek kurtuluşu, huzur ve mutluluğu O´na ve getirdiklerine iman etmek, Kur´an ve sünnete sımsıkı sarılmak, mesajlarını doğru anlayıp hayatlarına tatbik etmekle mümkündür.

İslam´ın ilk yıllarında Hz. Peygamber (s.a.s.)´i tanımadan O´na düşmanlık edenler olmuş, ancak daha sonra Efendimizi tanıdıktan sonra O´nu canlarından çok sevmişler, getirdiği dine bağlanmışlar, uğrunda canlarını mallarını ortaya koymuşlardır. Peygamberimizi öldürmek için yola çıkanlar, O´nu tanıyınca “Anam babam sana feda olsun ya Resûlallah” diyerek O´nun yoluna canlarını feda etmişlerdir. O´nu kibrinden ve inadından dolayı tanımak, anlamak istemeyen kimseler ve O´na düşmanlık besleyen bedbahtlar ise helak olup gitmişler, hem dünyalarını hem de ahiretlerini cehaletlerinden dolayı heba etmişlerdir.

Hz. Peygamber (s.a.s.) bir müjdecidir, ancak O´na uymayan Yüce Allah´ın ikram ve ihsanlarına nail olamaz. O, bir uyarıcıdır, lakin O´nun uyarılarına kulak vermeyen tehlikelerden kurtulamaz. O, ışık saçan bir kandildir, fakat O´na sırtını dönen, kendi kendini karanlığa mahkûm etmiş olur.

Allah´ın kutlu elçisi Hz. Muhammed (s.a.s.)´e iman edip saygı ve hürmette kusur etmeyenler, getirdiği hükümlere tabi olanlar, O´nun gösterdiği dosdoğru yolu takip edenler insanlığın kemaline erişirler. O´na ümmet olan bahtiyarlar, “esfel-i sâfilîn”e (aşağıların aşağısına) düşmekten, insanlık onurunu, izzet ve şerefini kaybetmekten kurtulurlar.

Peygamber Efendimiz (s.a.s.)´in son peygamber olarak gönderilmesi, O´nun insanlık için son kurtuluş ümidi olduğunu göstermektedir. İnsanlar kendilerine sunulan bu son fırsatın değerini bilmelidirler.

Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadis-i şerifinde kendisine itaat edenlerle etmeyenlerin durumunu meleklerin dilinden bir misalle anlatır. Hadiste melekler Peygamber Efendimizi, yeni bir ev yaptıran ve o evde bir ziyafet tertip edip, bu ziyafete insanları davet eden kimseye benzetirler. Bu davete icabet edenler, o eve girer ve mükellef ziyafetten yerler. İcabet etmeyenler ise o eve giremez, ziyafet yemeklerini de yiyemezler.  Melekler bu temsili kendi aralarında şöyle izah ederler: “O ev cennettir; davetçi de Muhammed (s.a.s.)´dir. Kim O´na itaat ederse Allah´a itaat etmiştir. Kim de O´na asi olur, başkaldırırsa Aziz ve Celil olan Allah´a asi olmuştur. Hz. Muhammed, (itaat ve isyan, inanan ve inanmayan bakımından) insanların arasını ayırt etmiştir .”(Buharî, İ´tisâm, 2)

Yüce Allah, Hz. Muhammed (s.a.s.)´i peygamber olarak göndermekle biz insanlara büyük bir lütufta bulunduğunu bildiriyor. (Âl-i İmrân, 3/164) Artık bu büyük nimetin kıymetini bilip bilmemek insanın kendi tercihine kalmıştır. Ya Hz. Peygamber (s.a.s.)´e tabi olarak kurtuluş yolunu seçer, ya da O´na asi olup, ebediyen zarara uğrayanlardan olur. Artık onun bir bahanesi de kalmamıştır. Çünkü Cenâb-ı Hak, peygamberler göndererek, insanların hesap gününde “bilmiyorduk, bizi kimse uyarmadı” gibi mazeretlere sığınmalarını önlemiştir. Bir ayette şöyle buyrulur: “Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah´a karşı bir bahaneleri olmasın.” (Nisâ, 4/165)

Günümüz dünyasında yaşadığımız olaylar bir kez daha ispat ediyor ki, tüm insanlığın Hz. Muhammed  [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]Efendimizi anlamaya ve insanlığa hediye ettiği Muhammedî sevgi ile bezenmeye ihtiyacı var.

İnsanoğlu, kargaşanın, kavganın, zulmün, adaletsizliğin, cehaletin kol gezdiği bir zamanda O´nun barışa, huzura, adalete, ilme ve irfana çağrısına bir kez daha kulak vermeli, eşkiyayı evliya yapan sesine çağlar sonrasından kulak kabartmalı ve bu sesi bir kez daha dinlemelidir.

Unutulmamalı ki, Hz. Peygamber´in [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] ümmetinden olmak ayrı bir bahtiyarlıktır. Bu kutlu gün ve geceler vesilesiyle Allah´a [Azze ve Celle] imanımızı, Peygamberimize [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] sevgi ve bağlılığımızı yeniden gözden geçirmeliyiz. O´nun getirdiği ilahî emir ve yasaklara ne kadar tabi olduğumuzun vicdani muhasebesini yapmalıyız. Çünkü bugün, toplum olarak O´nu anlamaya, anlatmaya her şeyden daha çok muhtacız.

Nasıl ki, doğumuyla bütün zamanları değiştirdiyse, bu gün de ahlak ve davranış modelleri ile dünyada yaşanan zulümlerin, adaletsizliklerin, kardeş kavgalarının, her türlü şiddetin son bulmasına vesile olacağını umarak, bizleri birbirimize kardeş kılmasını Yüce Allah´tan [Azze ce Celle] niyaz ediyorum.

Hulâsa; insanlar kendi zamanlarında gönderilen peygamberlere uymak ve itaat etmek durumundadır. Zira insanlar, peygamberlere uymak suretiyle hakikate, doğruya, iyiye, güzele ulaşabilirler. Peygamberler, kendilerine itaat edilsin diye gönderilmiştir. Kur´an bu gerçeği şöyle bildirmektedir: “Biz her peygamberi sırf, Allah´ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik.” (Nisâ, 4/64) Peygamberlere itaat, gerçekte Allah´a itaat demektir. Bundan dolayı peygamberlerin davetine uyan, tebliğ ettikleri esasları kabul edenler Allah´ın rızasını kazanır, dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşırlar. Peygamberlere asi olanlar ise Allah´a isyan etmiş sayılırlar. Akl-ı selim sahibi bir insan kendini helake sürükleyecek böyle bir hataya asla düşmemelidir.

Selam ve dualarla…