BATIL İNANÇLAR VE UYDURMA SÖZLER
BİR TRAJİ KOMİK HİKÂYE
Evet değerli okurlarım! Bu gün sizlere birçoğumuzun da bildiği gibi yaşantımızda sıkça kullandığımız birçok hurafeler var. Ve birçoğumuz da bu hurafelere inanmışızdır. Nereden ve kimler tarafından bu yalan yanlış hurafeleri adet olarak algılamışız bilinmez.
Mesela kaza ile bardak veya tabak kırılması: “Olabilecek diğer kazaları def ettiğine inanılır.” Hemen ardından şöyle söylenir: “Başımıza gelecek kazalar bu bardak kırığı gibi dağılıp kül olsun!” bu kelimeyi her nedense üç defa söylememize de akıl sır ermez.
Maazallah önünüzden bir kara kedi mi geçti, size nineleriniz şöyle salık verir:
“Evladım kendi etrafında üç kere dönüp salâvat getir. Yoksa bütün gün musibetlerden kurtulamazsın!” böyle bir şeyin olup olmayacağını kim test etmiş bilinmez. Kara bir kedinin ne gibi musibetlik getireceği de bir bilmece!
Eskiden evlerimizde süpürgeler vardı. Şimdiki gibi elektrik süpürgesi veya robot süpürgeler bir hayaldi. Eğer evi annemiz veya kız kardeşlerimiz süpürüyorsa, süpürge bir yerine değdiğinde süpürgeyi kaldırıp üç defa süpürgeye tuu, tuu, tuuu diye tükürürlerdi. Nedenini sorunca alacağınız cevap şöyle idi:
“Oğlum eğer biz süpürgeye üç defa tükürmezsek birileri bizim üzerimize iftira atar!” süpürgeye üç defa tükürerek süpürgeye gözdağımı veriyoruz veya süpürgemi bize iftira atacak buda başka bir bilmece.
Bir başka hurafelerden biri de şu meşhur merdiven altından geçerken başınıza gelecek kazayı önlemek için de: “Merdivenin altından geçmek zorundasınız. Geçerken üç kez besmele çekip, üç defa Allahım sen beni şu merdivenden gelecek kazadan koru demeniz gerekiyor!” eğer bunu söylemez geçerseniz mutlaka başınıza bir kaza gelir. Ya başınıza bir boya kovası devrilebilir veya tuğla düşebilir, çatı kiremiti gibi şeyler bile düşebilir.
Şimdi sizlerde merak etmişsinizdir neden böyle hurafeler için hep üç kez bir şeyler söylemek veya yapmak zorundayız? Bunu anlamakta mümkün değil. Her ne kadar bu konuyu araştırdımsa da bu üç rakamının sırrını çözemedim. Şimdi gelelim asıl konuya:
Yıl 1979 İstanbul da enişte ile ortaklı açtığımız nalbur dükkânına bakıyorum. Haliyle de ablamlar da kalıyorum. Ablamın görümcesi Kars’tan gelmiş. O da ablamlar da kalıyor. Eniştenin yeğeni Yüksel de yine ablamlar da kalıyor. Yüksel Kaptanpaşa ilkokulunda öğretmenliğe yeni başlamış bekâr olduğundan amcasında kalıyor. O yıllarda başlayan, daha sonra yaygınlaşan ve her 23 Nisan da geleneksel hale gelen, yabancı ülkelerden çocuklar ülkemize geldiği yıldı. İşte o yılda bizim eniştenin yeğeninin okuluna da bu çocuklardan gelmiş. Ablamların evi müsait olduğundan eniştenin yeğeni Yüksel İtalya’dan gelen bir kız çocuğunu ablam lara getirmiş. Ben akşam olup eve döndüğümde evde bir curcuna var sorma gitsin.
İtalya’dan gelen kız ağlıyor, İtalyanca bir şeyler söylüyor. Ablam kızı sakinleştirmeye çalışıyor nafile. Ablam bana:
“Yusuf git şu Yükseli bul. Bu kızın susacağı yok bunun bir çaresine baksın.” Ben merakla ablama sordum:
“Neden ağlıyor bu çocuk? Bir şey mi yaptınız?” diye sorunca ablam hayli kızgın, burnundan soluyor bana da kızarak:
“Sana git şu Yükseli bul gelsin diyorum. Sonra anlatırım bu kıza ne olduğunu!” ben hemen çıkıp, Yüksel’in sıkça gittiği Okmeydanı’nda ki kahveye varıp Yüksel’i elimle koymuş gibi bulup eve getirdim. Yüksel de benim gibi ablama merakla sordu:
“Yenge bu çocuğa ne yaptınız da böyle iki gözü iki çeşme ağlıyor?” Ablam yine kızgın bir tavırla:
“Oğlum bana değil, Gülnaz halana sor. Çocuğu sevdi ondan böyle ağlıyor.” Demez mi hepimiz şaşırdık bu çocuğu ailesi sevmiyor mu acaba diye içimize bir kuşku düştü. Ablam yeniden Yüksele seslice bağırarak:
“Yüksel ne duruyorsun bu kızı getiren kimse bul. Kızcağız ağlamaktan harap oldu!” her neyse Yüksel ok gibi dışarı çıkıp gitti.
Yüksel çocukları getiren rehbere bir şekilde ulaşmış, bir zaman sonra rehber ile geldi. Rehber kızı ağlayarak görünce hemen kız ile İtalyanca biraz konuştuktan sonra, Yüksel’e dönüp:
“Hocam çok ayıp! İnsan misafire böyle davranırı mı?” dedi. Yüksel de şaşkın, şaşkın rehbere merakla sordu:
“Nasıl davranmışız yani arkadaş?” rehber hemen ekledi:
“Çocuğun yüzüne tükürmüşsünüz! Daha nasıl davranacaksınız ki! Ayıp değil mi kardeşim şu bir parçacık çocuğun yüzüne neden tükürmüşsünüz anlamadım doğrusu!” demez mi? hepimiz donup kaldık. Sadece ablam kıkır, kıkır gülüyordu ki Yüksel ablama dönüp:
“Yenge ne oldu Allah aşkına? Şu işi bir de sen anlat da anlayalım!” diyince ablam:
“Bizim Gülnaz hala, kızı çok sevdi. Yeşil gözlerine gurban olam. Sarı sırma saçlarına heyran olam dedi ve nazar değmesin diye, tuu tuu tuu Maşallah diye üç kez çocuğun yüzüne tükürdü!” demez mi biz gülerken rehberde kızarak:
“Bu ne demek arkadaş? Kadın çocuğun yüzüne tükürdüğünde çocuğa nazar değmeyecek mi yani?” Yüksel rehbere gülerek cevap verdi:
“Haklısın arkadaş bu bizim oraların âdeti dir. Böyle güzel çocuklara göz, nazar değmesin diye böyle yaparlar. Yani kötü bir niyet ile yapılmış bir şey değil.” Rehber hala kızgındır ve:
“Peki, şimdi ben bu olayı onlara nasıl açıklayacağım arkadaş? Böyle bir adet olurmu yahu? Peki, neden üç kere tükürüyorsunuz?” diyince Yüksel cevap verdi:
“Bak işte onun orasını bende bilmiyorum!”
Gerçekten bizim de neden böyle saçma sapan hurafelere inandığımızı bende bilmiyorum.