Osmanlı korkusu tüm Avrupa’yı sarmıştı. Bugünkü balon dudaklı internet fenomeni Osmanlı karşıtı ablamıza nispeten…
Öyle bir korkuydu ki bu, İsviçre’ye sınır gözetleme kuleleri kurdurdu. 1956 yılına kadar.
Öyle bir korkuydu ki, sözde “sanat” olan baleyi 300 yıl sekteye uğrattı Fransa’da.
Bu korku, öyle bir korkuydu ki, Osmanlıdan medet dileyen Alman’a yeniçeri kıyafeti giydirip, Fransız’ı silah kullanmadan püskürttü.
Bugün bakıyorum, aynı Avrupalı, bugün camiye, İslam’a, özellikle Türklere karşı protestolar düzenliyor, adeta savaş açıyor.
Geçmişlerini unutmuş olmalılar.
Boşuna dememiş mehteran;
Gafil ne bilür.
Onlar gafildi, biz kahraman.
Hâlbuki en demokrat onlardı.
En özgürlükçü, en medeni, en saygılı, en, en, en, en…
İrlanda’da kıtlık baş gösterince Sultan Abdülaziz, büyüüüük bir yardım gemisi göndermişti.
Üstelik Osmanlı’nın “gerileme” dönemlerinde.
Arşivlerinde kayıtlı olmasına karşın, daha iki yıl evvel itiraf etmek zorunda kaldılar bunu.
Aklınız, ilk satırlarda belirttiğim yeniçeri kıyafeti giyen Almanlarda kaldı biliyorum.
Anlatayım;
Kanuni dönemleri… Siyasi birliğini tamamlayamamış Almanya, her yıl Ren nehri civarındaki mahsullerini Fransızlara kaptırıyor, ses çıkaramıyorlardı. Bir gün canlarına tak etti ve Kanuni Sultan Süleyman’a durumu anlatır gizli mektup yazdılar. Mektup, “ey yüce majesteleri” diye başlayıp, şükran gösterileriyle bitmişti. Kanuni Sultan Süleyman Han, bunun üzerine yaverlerine emri verdi, çuval çuval yeniçeri kıyafeti ve bir de sancak gönderdi. İçine de “bunları giyer, sancağı da asarsanız Fransızlar size bir şey yapamaz” yazılı bir not koydular. Almanlar denileni yaptı. Kıyafetleri giydi, Osmanlı sancağını en görünür yere astılar. Fransızlar Ren nehrinin diğer yakasına geçmeye cesaret edemediler.
Dile kolay, 289 yıl!
Yine aynı Kanuni, bale sapkınlığını yasaklayan ültimatom göndermeyi de ihmal etmemişti Fransa’ya; “Derhal erkek ve kadın uzuvlarının birbirine temas ettiği o sapkın fiiliyatı kaldır yoksa ben gelir Paris’i başına yıkarım Fransuva...”
İsviçre, belki fethedilemedi ama nal sesleri, mehter tınıları, Osmanlıların gelip gelmediğini kontrol amacıyla kule diktirmeye yetmişti. Askerler, 1956 yılına kadar sürdürdü bu geleneği. En son “artık Türk tehlikesi kalmadı” deyip kule görevini sona erdirdiler.
Şimdi aynı Avrupalı şımarık biçimde elindeki cami ikonlarının önüne kırmızı şerit çekiyor, “no mosque” yazıyorlar altına. Neo Naziler yani dazlaklar, cami inşaatlarının üzerlerine çapalı haç çizip, intikam sözleri yazıyorlar.
Niye?
Sebebi, bu korku işte…
Osmanlı yine bize yeniçeri kıyafeti giydirirse? Ya sömürgelerimizi engeller de, dünyaya adalet getirirse?
Adalet dedik. Ona da değinip kapatalım isterseniz değerli okurlarım.
Osmanlı adaleti, öyle bir sistem üzerine oturtulmuş ki, bir ressamın tablosundan nasıl ki bir imgeyi kaldırdığınızda tüm tablo çöker, aynı öyleydi. Bunu, bir hikâyeyle özetlemek daha makul bir girişim olur zannımca;
(heyyttt bee “Osmanlıca” konuştum).
Vaktin birinde, fakir bir ayakkabı ustasının evi-ne hırsız girer. Tıkırtıları duyan usta uyanır. Tüfengini aldığı gibi ateş eder. Tam kaçayım derken pencerenin pervazında iyi çakılmamış çiviye ayağı takılıp yere düşer ve bacağı kırılır. Nihayetinde yakalanır ve ayakkabı ustası tarafından dikilir kadı efendinin karşısına. Kadı, her iki tarafı dinledikten sonra şimşek gibi gözleriyle süzer ve der ki;
Derhal bana pencere ustasını çağırın!
Herkes şaşırır. Denileni yaparlar. Pencere ustası getirilir kadı efendinin karşısına.
Kadı sorar;
Bu adamın penceresini sen mi yaptın?
Pencereci afallar;
Ee, evet. Ben yaptım.
Kadı efendi hükmü verir;
Ey marangoz. Sen adam gibi çaksaydın çivini, bu adamın ayağı takılıp düşmeyecekti. Derhal hırsıza 25 akçe ödeyeceksin!
Ey ev sahibi ayakkabıcı…Sen de bu adamı korkutmasaydın korkup yere düşmeyecekti. 50 akçe borçlusun hırsıza.
Ve hırsız. Senin cezan çetindir. Hırsızlık yaptın. Tez elin vurula...