Batılı Hıristiyan stratejistler daha İslam’ın ilk günlerinden itibaren Kur’an-ı bir saldırı kitabı olarak tanıtma yolunu seçtiler. Böylece suyu baştan kesmek, İslam’ın tanrısal zaman üstü kaynağını, şiddet ve terör üreten bir kaynak olarak gösterip, insanlığı İslam karşısında zorlamak istediler.

Bu uğurda akla mantığa sığmayan deliller ürettiler. Ne yazık ki, bu yolda kendilerine bilerek veya bilmeyerek yardım ve destek sunan birçok İslam ülke- sinde, hurafeci menfaatperest, sahte cihatçılar üretmeyi de başardılar. 

Bu hurafeciler, İslam diye diye cihat adı altında,  şiddet ve kana övgü  üretiyor. Allah adına  suçlu suçsuz, kadın, çocuk, yaşlı, masum savunmasız  bir sürü insanı katlediyor. Yine Allah adına baş kesiyorlar. 

Bunlar Kimdir?

 En yakın örneği Kobani olayları ile dünya ve Türkiye gündemine oturan IŞİD.

Bu bağlamda hemen şunu da belirmekte fayda var; Dinler arası diyaloğun babası olan Lois Massignon bakın ne diyor, “Müslümanların tüm değerlerini  tahrip ettik, felsefeleri, dinleri mahvoldu, artık hiç bir şeye  inanmıyor ve güvenmiyorlar, derin bir boşluğa düştüler, intihar ve anarşi için olgun hale geldiler. Hayal ettiğimiz  amaca ulaştık’.

Bence bu açıklama yeterli.

Demek ki, dinler arası diyalog çağrısı İslam ülkelerinde terör ve kaosun örtülü  bir şifresi. Devam edelim, şimdi sırada mezhep kavgaları ve etnisiteye  dayalı grupların çatıştırılma zamanıdır. Bu tanımlar  doğrudan PKK, Elkaide, Taliban, IŞİD gibi etnisiteye ve mezhebe dayalı Terörist  örgütlerin,kimler tarafından ve hangi amaca yönelik olarak var edilip, silahlandırıldığını ve ekonomik olarak da desteklendiğinin açık  beyanıdır. Amaç, Hıristiyanlığın 3’üncü bin yıllık kutlamalarında, papanın belirttiği gibi Asya’nın tümünün Hıristiyanlaştırılmasıdır.

Sadece bu mu? Hayır.

İslam ülkelerinin bütün doğal kaynaklarının sömürülmesi ve en önemlisi de İslam’ın Hıristiyan batı için  bir tehdit unsuru olmaktan çıkartılmasıdır.

Peki, Türkiye bu senaryonun neresinde yer almaktadır?

Batı Türkiye’yi, yaşadığımız yüzyılın İslam  kalesi olarak görmektedir. Hedef ülke konumunda olan  Türkiye’nin, bu yüz yılda kendi canının derdine düşürülmesi için stratejiler üretilmeye devam etmektedir.

Nereden mi  biliyorum?

İşte cevabı; Scott Appleby’in beyanı, ‘Günümüz  Ortadoğu’sunun eksen ülkesi olarak görülen Türkiye’de, laik ve dindar arasında  kesin bir ayrım var.  Dini azınlıklara  tam olarak hak verildiğinde,  Türkiye’nin emsalsiz dini özgürlük rejimine dönüşme ihtimali  kuvvetle muhtemeldir’. 

Neden Türkiye?

Çünkü, diğer İslam ülkelerinin işi çoktan bitirildi. Şimdi sıra bizde… Diğer bir nedense, Türkiye’nin bu yüz yılda  başarılı olabilecek  ve İslam Dünyasına liderlik yapabilecek  bir konumda olması, İnsan ve Bilgi birikimine sahip, İslam’ın gelecek vadeden en iyi yaşandığı ülke olması, aynı zamanda  Avrasya’nın  kapısı olmasıdır.

Peki nasıl olacaktır  bu?

Cevap çok basit, Türkiye’yi her şeye rağmen farklı kılan şey ne ise, onun işlemez hale getirilmesi. Yani Cumhuriyet ve Laikliğin ortadan kaldırılması veya    Türkiye’nin mezhep çatışması ve etnik azınlıklar yolu ile  kaosa sürüklenmesi. Bu anlamda hem Batıdan dışlandık hem de İslam dünyasından..

Sistem çalışıyor.

Komşularımızda yangın var,  biz de sıcaklığı hissediyoruz, belki yanma noktasına ulaşmamız biraz zaman alacaktır ama bu yangından  bir şekilde er ve geç biz de çok etkileneceğiz. Bana göre yaşadığımız  çağın en belirgin özelliklerinden en önemlisi, artık soğuk savaşların bittiği ama Kutsal  savaşların stratejilerini değiştirerek devam ettiğidir. 

İslam Dünyasının içine düştüğü bu hastalıklardan kurtulması nasıl olacaktır? Burada esas cevaplandırılması gereken soru budur. Bu sorunun cevabı bulunmadığı sürece hep kaybeden İslam Dünyası, kazanan  ise Hıristiyan alemi olacaktır.

Bu  durumda Türkiye’nin tek çaresi, yalnız ve sadece  kendisidir. Yani Adam olmaktır.