Ne maske ne balo ne de maskeli balo bizim kültürümüzün ürünüdür. Hepsi de koca bir köy haline gelen dünyamızda Batı’dan devşirdiğimiz ve “beyaz Türkler” diye andığımız, azınlık olmakla birlikte yüksek seçkin bir grubun yaşattığı kültür unsurları. Kendilerine asil diyen birtakım zevâtın her türlü çirkinliği yaşayabilmek için planladığı müzikli, danslı, özel giysili bir gece eğlencesidir maskeli balo. Baloya katılan kişi maske ile davranış ve tutumlarda gerçek kişiliğini saklayarak istediği bir rolü oynar. Gerçek duygularını veya gerçek görünüşünü gizleyen aldatıcı görünüş ve davranışa bürünür. Kuvvetle muhtemeldir ki bazen de aslında yaşamaya özendiği kişiliğe bürünür.
Seneca, "Hiç kimse uzun süre yüzünde maske taşıyamaz." der. Gerçekten de çoğu zaman bu maskelerin kısa sürede düştüğünü görüyoruz. Günlük hayatta da insan bazen kendini herkesin maske taktığı, aslından farklı tavır ve değerleri temsil ettiği bir oyunun içinde olduğu hissine kapılıyor.
Pazarcının tezgâhın önünde en temiz ve taze meyveleri sergilerken arkada çürük ve yaralı olanları ters çevirip poşete atmak için fırsat kollaması; hayatınızda ilk defa karşılaştığınız esnafa “Bu kaça?” dediğinizde “Sana otuz liraya olur.” demesi oyundan iki sahne.
Biraz tebessümle devam edelim; esnafa soruyoruz:
-Taze mi bunlar
-Tabi abi, yeni geldi yumurtalar.
-O ortadaki kımıldıyor mu?
-O kadar taze ki canlı gibi abi.
Bir elbise almak istiyoruz, mağazaya girdik, beğendiğimiz kıyafeti deniyoruz:
-Ya bu biraz dar geldi, bir beden büyüğü yok mu?
-Ama bunun modeli bu. Dar durur, bir de kumaş böyledir; vücudu saracak. Zaten esneme de yapar dert etmeyin siz.
Seçimlerde sürekli karşılaşırız:
-Efendim, falanca partinin lideri şu projeleri hayata geçireceğim, diyor. Siz ne diyorsunuz?
-Eğer o yaparım diyorsa ben de yaparım.
-Peki, bir projeniz var mı?
-Henüz yok, (olacağı da yok ya) ama yapılacaksa onu da biz yaparız.
Buraya kadar verdiğimiz örnekler elbette üzücü, fakat kısmen telafisi mümkün durumlar. Beni asıl korkutan yeterli ve sahih akademik donanımda sahip olmayan din görevlisi veya akademisyenlerle öğretmenler. Çünkü bu milletin itikadını bozarsak geriye bir enkaz kalacaktır. Eğitimini bozarsak da geri kalmış ve parçalanmış ne kadar İslâm ülkesi varsa onların yanına İslâm’ın son kalesi olarak görülen Türkiye de eklenecektir. O halde bu alandaki sıkıntılara da kısaca bakmakta fayda var.
Televizyonlarda hoca enflasyonu var uzun zamandır. Dini bile mektepten değil televizyondan, tabletten, telefondan öğreniyoruz. İlâhiyat Profesör’ü sıfatıyla televizyona çıkan din adamı(!) görünümlü sahtekâra gayet açık, tesettürle hiç alakası olmayan bir bayan soruyor:
-Hocam, kıyafetim güzel mi, sizce bir sakıncası var mı? Cevap kanser sebebi:
-Yoo hanımefendi, gayet güzel, hiçbir sakıncası yok.
Be mübarek adam, işin doğrusu neyse söylesene! Neyden çekiniyorsun, kime şirin görünüyor, kime, neye hizmet ediyorsun. Devamında hocaya güzel bir orta açılır:
-Hocam, kurban kesmesek, hacca gitmesek de o paraları ihtiyaç sahiplerine versek nasıl olur?
Hoca da bu fırsatı kaçırmaz ve golü atar:
-Tabi ki olur, bu kadar hayvana çok yazık oluyor, adeta bir katliam yaşanıyor, her yer kan gölü; hacda harcanan paralar da israf ediliyor. Bir kere gitmişsin hacca, ikinciye neden gidiyorsun, gidilmemeli.
Peki ya öğretmenler. Çocuklarımızın anne, baba kadar değer verdiği öğretmenler de öğrencilerini kandırıp onlara yalan söyleyip onları yanlış yönlendirir mi? Daha da ötesi öğretmen öğrencisine zarar verir mi? Maalesef her işte ve meslekte olduğu gibi eğitim sektöründe de çürük yumurtalar yok değil.
Eğer bir öğretmen okulunda, değerlerden ve disiplin anlayışından taviz veriyorsa hatta bununla da kalmayıp öğrencilerin yaptığı hatalara çanak tutuyorsa ona öğretmen denmemeli. Öğretmen öğrencisine sigara verebilir mi, öğrencisinden sigara alabilir mi, öğrencisine sigara aldırabilir mi? Eğer bunlar hafif geldiyse biraz daha yükseltelim seviyeyi. Peki ya öğretmen çöpçatanlık yapabilir mi? Bir erkek öğretmen kız öğrencisine vahşi bir hayvan gibi aç bakabilir ve ona zarar verebilir mi? Öğretmen, öğrencileri için tabii olarak hayat koçluğu da yapar, yapmalı da. Bu noktada öğretmen öğrencisini yanlış yönlere sevk edip onun geleceğini olumsuz etkileyebilir mi?
Bu sorulardan da anlaşılacağı üzere bu yanlış davranış örneği verdiğim durumlar ne yazık ki yaşanıyor. Bunlar eskiden de vardı, bugün de var; ama yarın olmasa keşke. Yoksa çocuklarımız ve geleceğimiz adına telafisi mümkün olmayan yaralar açılacaktır.
Elbette işini hakkıyla yapan din görevlilerimiz ve öğretmenlerimiz daha fazla. Ancak engelli öğrencisini bahçedeki oyuna dahil etmek için sırtında taşıyan öğretmen, maaşını çocuklara bayram harçlığı olarak dağıtıp onları sevindiren imam gibi iyi örneklerin adedini artırmalıyız. Yoksa hayat sahnesinde oynanan bu “maskeli balo”nun sonu gelmez.
Son sözü de mutasavvıf şair söylesin:
“Ya göründüğün gibi ol ya olduğun gibi görün.”