Ne olacak bu gençlerin hali, hemen her yetişkin insanın yüz yıllardır söylediği klâsik bir jargon ki yaklaşık 2.400 yıl önce Aristo'ya da söylenmiş. O da onlara cevap vermiş: “Siz gençken babalarınız da gelip bana ‘Ne olacak bu gençlerin hali?’ diye sormuşlardı.” Buradan hareketle hep birlikte karar verelim: Tarih mi tekerrür ediyor, hatalarımız mı? 

Evet, hafıza-i beşer nisyan ile ma’luldür.  “Unutmak” diye bir illete yakalanmışız ve bu hastalığı belli ki binlerce yıldır nesilden nesle aktarıyoruz, böylece hatalarımız tekerrür ediyor. Her ebeveyn geçmişindeki hataları, yanlış kararları, boş işlerle geçirilen zamanları sanki hiç olmamış gibi düşünüp çocuklarından disiplinli ve çalışkan olmalarını, sorumluluk almalarını, başarılarla dolu bir eğitim ve iş hayatı geçirmelerini bekliyor. Ancak unutmamak lazım ki zahmetsiz rahmet olmuyor. Bizler ebeveyn olarak da seferle mükellefiz. Sponsor babalık, annelik yaparak; yani çocukların her isteğini anında yerine getirerek görevlerimizi tamamlamış olmuyoruz. Bunların çok ötesinde sorumluluklarımız var çocuklara karşı.

Dünyaya gelen çocuğumuza güzel bir isim koymak önceliğimiz olmalı. Ömrü boyunca bu isimle anılacak olan çocuğun karakterine isminin tesir etmeyeceğini düşünemeyiz. Eğer çocuğa “Poyraz, Bora” gibi bir isim konmuşsa ben o evde fırtına beklerim, “Kaya” gibi bir isim konmuşsa kalbinin taşlaşmasından ve acımasız olmasından korkarım. Kısacası alelade bir iş değildir çocuğa isim koymak. Dede Korkut hikâyelerinde de çocuğun isim sahibi olması, yiğitlik göstermesine böylece ismi hak etmesine bağlıydı.  Bu yiğitliği gösterdikten sonra Dede Korkut'u çağırırlar, o da “Bunun adı boz aygırlı Bamsı Beyrek olsun, adını ben verdim yaşını Allah versin." örneğindeki gibi dua edip gence yiğitliğiyle alakalı bir isim verirdi.
Çocuğa onu yaratan Rabb’ini iyi anlatmak ve Allah sevgisiyle terbiye etmek ikinci önemli vazifemiz. Bu anlayışla yetiştirilen çocuk ‘kitabına uyduran’ değil ‘kitaba uyan’ bir fert olacaktır. Yoksa bizler de bir gün kendimizi Beyazid-i Bestami (Hz.) gibi oğlumuza nasihat verirken bulabiliriz. Beyazid-i Bestami (Hz.) oğluna: “Allah’ı seviyor musun?” diye biri sorarsa sus, der. Oğlu, neden baba, der. Cevap acıdır: “Sevmiyorum desen kâfir olursun, seviyorum desen o hal sende yok.” O halde Allah sevgisini çocuklarımızın kalplerine nakşederek bu doğrultuda yaşamalarına gayret etmek bizlere düşen diğer görev.
Anne babalar için helâl kazanç sağlayıp çocuklarına “helâl lokma” yedirmek de çok çok önemli bir husus. Resûlullah Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: "Öyle devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helâlden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak. Böylelerinin hiçbir duası kabul edilmez." 
Helâl yeme o kadar hassas bir mevzu ki İmâm-ı Azam’ın babasının başından geçen bir kıssayı hatırlamakta fayda var:
Sabit (r.a.) küçük yaştan beri ahlâkı temiz, zühd ve takva sahibi bir zat idi. Bir gün bir dere kenarında abdest alırken suda bir elma gördü. Abdestten sonra suda çürüyüp gidecek olan bu elmayı alıp ısırdı; ancak o anda pişman olup elmanın hangi bahçeye ait olduğunu bulup bahçe sahibinden helâllik istedi. Bahçe sahibi gencin bu halini görünce takva ve verasının doğru olup olmadığını öğrenmek için şöyle dedi:  “Kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızım var, bununla evlenmeye razı olursan o zaman elmayı sana helâl edebilirim.” Kul hakkından korkan Sabit hazretleri bu teklifi kabul etti. Düğün gecesi Sabit hazretlerinin odaya girmesiyle çıkması bir oldu. Hemen kayınpederine koşup, “Efendim, bir yanlışlık var galiba, içeride sizin bahsettiğiniz şekilde kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kız yok. Tam tersi gayet sağlıklı.” Kayınpederi tebessüm ederek: “Evladım o benim kızımdır, senin de helalindir. Ben sana kör dediysem, o hiç haram görmemiştir, sağır dediysem, o hiç haram duymamıştır dilsiz dediysem, o hiç haram konuşmamıştır, kötürüm dediysem, o hiç harama gitmemiştir. Var git helâlinin yanına, Allahü teâlâ mübarek ve mesut etsin.” İşte bu evlilikten, yani böyle temiz ana babadan İmâm-ı Azam Ebu Hanife hazretleri dünyaya geldi. 
    
Çocuklar da tıpkı büyükler gibi zaman zaman hata yapacaklardır. Ancak bir hata yapıldığında nasıl bir tavır içinde olmamız gerektiği de çok önemli. Öyle ki seçtiğimiz tavır çocuğun hatasını zamanla ortadan kaldırabilir veya bu hatayı pekiştirebilir. Bu noktada İmam Gazali’nin tespiti fazla söze hacet bırakmıyor:   “Çocuğa hatalı davranışı ‘doğrudan’ değil ‘ima’ ile söylenmeli. Zira kusuru açık etmek hayâ perdesini yırtar.” 
    
İnsanda kendine güven hissi veren en masrafsız, kullanışlı ve kolay iletişim unsurlarından birisi takdir etmektir. Vasat bir davranış veya zihin ürünü olan başarı dahi sergilenmiş olsa çocuğu veya öğrenciyi takdir etmek onu daha üst düzey başarılara taşıyacaktır ki bu duruma yıllarca şahit olmuş bir eğitimciyim. Basit fakat ihmal ettiğimiz bir nokta.
Son sözü de şaire bırakalım:
İtme âr öğren oku ehlinden                                                                                                                                       Her şeyin ilmi güzel cehlinden
           NABÎ