Her şeyi biliyoruz evvel Allah. Toplum olarak bilmediğimiz hiçbir konu yok. Futbolu iyi biliriz, siyaseti yutmuşuzdur, İngilizce desen “master level...” Adres-yön tariflerimiz şahane! Çocuk eğitiminde bir, bilgisayarda on numarayız. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak mı? Kimse, elimize su dökemez.Trafik tıkanıklığına eşsiz çözümümüz; kornalarımız. İşi daha da abartıp arabadan iniyormuş gibi yapıp el kol hareketleriyle bezeli küfürleşmelerimiz… Diğer kornaların da bize son ki, üç dört deyip arkamızdan vokalistlik yapması, kafası şişen hastalar, uyuyamayan bebekler...
Klasik şehir senfonilerimiz ve daha bir sürü şey.Biziz, biz. Başka birilerinden söz etmiyorum.
Yıllar, yıllar önce televizyonun birisi, sokakta röportaj yapıyor.
Sorduğu basit:
“Efendim. Mısır piramitleri Türkiye’den kaçırılıp Mısır’a götürülmüş. Ne düşünüyorsunuz?”
Gelen cevaplar ilginçti
-Nerde Polis, nerede asker? Adalet nerede?
-Mısır piramitleri Anadolu’muzun göz bebeğidir.
-Piramitler? Pamukkale’de miydi?
-Gereksiz yani kaçırılmaması lazımdı.
-Bence Avrupa’ya kaçırılıp yüksek fiyatlara satılıyordur.
-Bu, büyük bir şebeke olayıdır. Araştırmak lazım gibi abuk sabuk cevaplar… İşin ilginci, son cevabı veren arkadaş “Tarih Öğretmeni” idi…
İşte bizi mahveden de bu yanımız. Okumaya karşı ön güdümlü antipati taşıdığımız gibi, bilgiliymiş tavırları sergiliyor ve kendi kendimizi rezil ediyoruz. Daha komiği ise, mevzuu anlamadan, bilmeden biat ediyor ve arkasından gidiyoruz.
İşte size bir örnek… Başımdan geçen bir hadise bu;
Din konusunu konuşuyorduk iş arkadaşlarımla. Şöyle bir şey söyledim; İslamiyet’in daha iyi anlaşılabilmesi, kıymetinin daha iyi bilinmesi ve özünün daha iyi kavranabilmesi için İncil de, Tevrat da, Zebur da, Budizm felsefesi de, Maniheizm de, Ateizm de okunmalıdır. Okumamız lazım ki, dinimizin mantığını kavrayabilelim.
Şaşırmamıştım. Hemen tepkiler yağmaya başlamıştı üzerime;
“Vay efendim olur mu öyle şey! Ne demek istiyorsun? Biz zaten Kur’an-ı Kerim’e inanmıyor muyuz? Kur’an indiği günden itibaren diğer kitapların hükmü kalmamıştır” ve bunun gibi daha nice ağız salyaları…
Müslümanlığından öndün vermeyen bu çok dindar arkadaşlar, daha benim anlatmaya çalıştığım konuyu beyin kabuğuna dahi nakşetmeden tepkisel fonksiyonlarını devreye geçirdiler, gülmekten başka bir şey yapamadım.
Çünkü birisi en çok neden gem vuruyorsa, o konuda ciddi şüpheleri var, demektir.
Bir insan sürekli dinden bahsedip diğer insanlara caka satıyor, “bakın ben daha dindarım” şeklinde vitrinlik davranışlar sergiliyorsa, onun din anlayışında problem vardır. Çünkü kendisi adamakıllı inanmadığı için, bunu sözde dindar kişiliğiyle kamufle etmeye çalışıyor. Ve diğer insanlara yutturduğunu zannediyor.
Hele Tarih konusunda bize bilgi satacak adam anasının karnından doğmamıştır bile.
İstanbul’un fethinden tutun, kurtuluş savaşına, yemiş yutmuşuzdur konuyu.
Öyle ki, karşımıza profesyoneli çıksın, anında alaşağı eder gömeriz yerin dibine.
O dereceyiz.
İlber hoca boşuna demiyor; ÇOK CAHİLSİNİZ KEŞKE GİTSENİZ.
Siyasetçiler hiçbir şeyi beceremiyor zaten. Biz daha iyi yönetirdik ülkeyi.
Onlar ne anlardı politikadan, şundan bundan. Doğalgaz zammı lüzumsuz, benzin indirimi hikâyeydi.
Daha iki araba sıkıştığında yolu açamayan bizler, ağır siyasi paradoksların hakkından gelecektik. Çok biliyoruz ya.
Geçenlerde Mustafa Denizli’nin hemen arkasındaki bir görevli; “Hocam Ali Güneş’i çıkar da Baliç’i al” diye taktik vermeye kalktı. Denizli’nin tepkisi takdire şayandı; HADİ ORDAN!
Diyorum ya; her şeyi biz iyi biliriz. Cem Yılmaz haksız mıydı gösterisinde; BİZDE ‘BİLMİYORUM’ DİYE BİR ŞEY YOK.
Meşhur huylarımızdan birisi de “Onu öyle diyemezsin” alışkanlığımız; Zatürree, zatüriyedir. Sezaryen, sezercandır. Egzoz, eksozdur. Debriyaj, depraştır. Türkçeyi tabi ki biz daha güzel konuşuruz. Spikerler halt etmiş. Sanki çok mu güzel konuşuyorlar, Allah aşkına!
Sen de kimsin?
Sen kime, neyi öğretiyorsun hı?