Bu günlerde yazılı basın ve görsel medyada sıkça bahsedilen konulardan bir tanesi, hazırlanmakta olan Türkiye’nin 4’üncü Anayasa kapsamında yönetim sisteminin başkanlığa dönüştürülmesidir.
Sizlerinde hatırlayacağı gibi ilk Anayasamız Cumhuriyetin ilanından sonra 1924 yılında hazırlanan Cumhuriyet Anayasasıdır. Bundan sonraki iki Anayasamız 1960 ve 1982 İhtilal Anayasalarıdır. Hedeflenen 4’üncü Anayasamız ise 2013 veya 2014 yılında gerçekleşecektir. Cumhuriyetin ilanından bu güne değin dördüncü Anayasanın da kabul edileceğini farz edersek, ortalama her 23 yılda bir Anayasa değişikliği yapmış olacağız . Sizce bütün bunların anlamı nedir? Demokrasi mi, Teokrasi mi, Mecburiyet mi yoksa memnuniyet mi?... Adına ne derseniz deyiniz. Bütün bu Anayasa değişikliklerinin temelinde hep aynı mazeret vardı , Demokrasi ve İnsan Hakları… Şimdikinde ise ülkenin koalisyonlardan kurtulması ve zayıf olan icranın daha da güçlendirilmesi, yani parlamenter sitem kalkacak yerine ‘Başkanlık’ yani ‘Monarşik’ bir sistem gelecektir. Esas itibariyle bu yeni Anayasa da ülkemize ve milletimize bir şey kazandırmayacaktır. Zira, eski Anayasaları ve bu yeni Anayasayı da kurgulayan aynı odaklar. Başkanlık sistemi de bu kapsamda Ulus Devleti çözecek ‘Anahtar’dır.
Bu konu ile ilgili yakın tarihte ifade edilen söylemler; Amerikalı Türkiye uzmanı Henry Barkey, “Demokratik açılım, mevcut Anayasa değişmeden yapılamaz” demiştir. Eski Amerika Başkanı Bill Clinton, deprem sonrası ülkemizi ziyaret etmiş ve şu ifadeleri kullanmıştır. “20’inci yüzyılın ilk 50 yılını Türkiye belirledi. 21’inci yüzyılın ilk elli yılını da Türkiye’nin alacağı kararlar belirleyecektir. Zira Türkiye 21’inci yüzyılın kilit ülkesidir”. Yıl 1965, yer Vatikan, Papa VI. Paul; “3’üncü bin yıllık hedefimiz, Asya’nın tamamının Hıristiyanlaştırılmasıdır” ifadesini kullanmıştır.
Avrupa Birliği uyum yasaları kapsamında Türkiye, 1991 yılında Avrupa yerel yönetimler özerlik şartını kabul etti.1988 yılında imzalan bu şart, Akbulut Hükümeti zamanında yürürlüğe girdi. Bu gün BDP’nin tüm talepleri (Özerklik) bu şarttan kaynaklanmaktadır. Yıl 2003, Avrupa uyum yasaları kapsamında bu günkü hükümet tarafından İKİZ yasalar imzalandı. Bu yasalar ülkemizin federasyona gidişinin önünü açmıştır. 2006 yılında, Bölgesel Kalkınma Ajansları kuruldu ve ülkemiz 12 Bölgeye ayrıldı. ( Şehir Devletin yol haritası)… 14 Temmuz 2011, BDP Demokratik özerklik ilan etti .
Bütün bunlardan benim anladığım şu dur; Bu gün ülkemiz emperyalist güçlerin büyük baskısı altındadır. Ekonomisi, siyaseti ve kültürüyle dışa bağımlı olarak yönetilen ülkemizin tercih edeceği bu yeni sitem, halkımızın değil, dünyayı şekillendirmek isteyen küresel efendilerin talebidir. Birleşmiş Milletlere seslenen ve dünyanın geleceğinin 5 Birleşmiş Milletler daimi üyelerinin iki dudağının arasında olmasına karşı çıkan bir liderin, 70 milyon insanın geleceğini nasıl olur da bir insanın iki dudağı arasında olmasını sağlayan bir sistemi ülke yönetimi için uygun görür?
Bu bir çelişkidir. Türk Milleti olarak bizim demokrasi anlayışımız batıdan çok farklı olup, ‘Başkanlık Sistemi’ni kaldıracak nitelikte değildir. Bu sistem, demokratik gelişmesini henüz tamamlamamış ülkemizde, yürütme ile yasamanın birbirine karışmasına ve böylece yürütmenin fiilen üstünlüğüne sebep olur.
Ülkemiz gibi çok partili parlamenter yapıda ve parti disiplini olan bir ülkede ‘Başkanlık Sistemi’ çalışmaz… Kıta Avrupası ve Türkiye gibi ülkelerden farklı olarak bu sitemin başarılı olduğu tek ülke ABD’dir. Bu sistemin kendi içinde var olabilmesi için, sadece 2 partinin mevcudiyetine imkan tanımaktadır. ABD'de bu yüzden Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler vardır ve bu partiler disiplinli bir yapıda değildirler. Hatta bir anlamda "no party system" ABD siyasi sisteminin belirleyici özelliğidir. Kıta Avrupa’sındaki tüm parti sistemlerinden farklı olarak, ABD partileri arasında ideolojik ayrılık yoktur, var olan iki parti, tek bir liberal partinin içindeki eğilimler olarak nitelendirilebilir. Bu ülkede partili parlamenterler, parti grup kararlarına bağlı olmadıkları için, Başkanla Kongre çoğunluğu farklı partilerden olsalar da yasama-yürütme arasında işbirliği sağlanabiliyor. Bu da iki güç arasında denge kurulmasını kolaylaştırmaktadır. Onun içindir ki, disiplinli partilere dayalı bir siyasi hayatta, ABD tipi Başkanlık Sisteminin uygulandığı diğer ülkelerde bu sitem askeri darbelere yol açmıştır.
Bu sistemin ABD dışında sürekli ve yaygın bir uygulaması yoktur. Bu sistem, tamamen ABD gibi pek çok dengelerin bir arada bulunduğu federal yapılı bir devlette, üstelik ekonomik açıdan hayli güçlü liberal bir ülkede, uygulanma zemini bulabilmektedir. Diğer ülkelerdeki Başkanlık Sistemi örneklerinin hepsi kesintiye uğramış ve sitem demokratik niteliklerden kopmuştur. Ülkemizde parlamenter sistem tıkanmamıştır. Sistemin reforma ihtiyacı vardır. Tıkanıklıklar, parlamenter sistemden kaynaklanmamaktadır.
Başkanlık Sistemi arayışları, Türkiye'nin parlamenter rejimle edindiği deneyimleri ve ödediği bedelleri tamamen ortadan kaldırır. Ülkemizde Başkanlık Sistemine geçilse bile bu sistem yasamanın sorunlarını çözemez, sadece yürütmeyi güçlendirir. Türkiye'nin temel sorunu, yasamanın görevlerini tam anlamıyla yerine getirememesidir. Bunun için Yeni Anayasa yapmaya, sitem değiştirmeye gerek var mı bilmiyorum ama yine de halka sormak lazım.