Ebeveyn olup kendi evlâdına karşı duyguları bir kenara bırakarak objektif değerlendirmede bulunabilmek, onların olumlu ve güzel yönlerinin yanında zaman zaman aksayabilen yanlarını da görebilmek ayrı bir meziyettir. Ancak bu bakış açısını yakalamadan önce varılması gereken ilk hedef, çocuğun bu çok yönlü durumları hakkında bilgi ve kanaat sahibi olmaktır.
Bir öğretmen sıfatıyla kimi zaman karşılaştığımız veli niteliklerini şöyle sıralayabiliriz: çocuğunun kaçıncı sınıfa gittiğini, nasıl bir arkadaş çevresi olduğunu, ders veya davranışlarıyla ilgili sıkıntıları yahut başarısını ve aldığı ödülleri bilmez; yalan söylemek ve bahane üretme konusunda çocuğuna örnek teşkil eder, çocuğun karşısına çıkan her engelde ona fırsat vermeden engelleri kaldırır ve onun kendini gerçekleştirmesine müsaade etmez… Ebeveynlere ait bu nitelikler uzayıp gider.
Burada dikkat edilmesi gereken noktalardan biri çocuğun arkadaş seçimi ve çevrenin kişilik üzerinde etkisidir. Hangi yaşta olursa olsun insanın arkadaşından etkilenmesi kaçınılmazdır. Üzüm üzüme baka baka kararır, bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim diye boş yere söylememiş atalar. Ancak hayat karşımıza öyle hikâyeler çıkarıyor ki anne veya babanın: “Benim çocuğum çok iyiydi, falancayla arkadaş olunca bu hale geldi, arkadaş kurbanı oldu.” Türünden serzenişleri çoğu zaman bir bahane olarak kalıyor. Bu da ne çocuğun problemini çözüyor ne de aileyi sorumluluktan ve üzücü sonuçlardan kurtarıyor.
O halde önce anne baba; çocuklarının kendi ayak izlerini takip ettiğinin farkında olmalı, iyi bir aile terbiyesi ile çocuğu yetiştirmeli, sonra çevrenin etkilerine karşı uyanık olmalıdır. Hâsılı çocuk önce sağlam bir kişilikle yetiştirilmeli ki uydum akıllı olamasın, sonra da arkadaş seçimi ile ilgili temel prensiplere sahip olsun.
Hadis-i şerifte, “Kişinin dini, arkadaşının dini gibidir, o halde kiminle arkadaşlık edeceğinize çok dikkat edin.” buyrulduğuna göre kişi gönül kapılarını herkese açmamalı. Diğer bir hadis-i şerifte de Rasulullâh (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Allah katında arkadaşların en hayırlısı arkadaşına en fazla yararlı olandır.” yani kendimize değil karşımızdakine fayda niyetiyle arkadaşlık yapacağız.
Diyor ya şair:
“Cânı kim cânânı içün sevse cânânın sever. Cânı içün kim ki cânânın sever cânın sever.”
Bu anlayışla meseleye yaklaşamıyorsak o iş bir nevi ticaret ve bencilliktir. Hz. Osman (r.a.) “Dostlar arasında muhabbetin azalması, dünya menfaatleri yüzündendir.” buyuruyor. Arkadaşlıkta eğer menfaat söz konusuysa bu kendini üç yerde ele verir: komşuluk, ticaret ve yolculuk. Bu üç elekten geçmeyen arkadaşlık, henüz sağlam temellere oturmamış demektir.
Acaba cânı cânanı için sevip hiçbir menfaat gütmeyen iyi dostun diğer nitelikleri nelerdir? Kanaatimce en önemli özelliklerinden biri arkadaşına “Ayna Olabilmek”tir. Menfaat beklentisi olmadığı için gönül rahatlığı ile onun hatalarını yüzüne söyleyebilir gerçek dost. Hz. Mevlâna da "İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur." diyerek bu görüşümüzü yüz yıllar öncesinden destekler.
Küçük mutluluklarınızı kıskanmadan benimseyen iyi dost, aynı zamanda iyi bir sırdaştır. Eğer varsa kusurlarınızı size söyler ancak bunları başkalarına anlatıp sizi rencide etmez. Hacı Bayram-ı Veli de “Arkadaşlarınızın kusurları emanet gibidir. Onları sır gibi saklayınız.” buyurarak bu konudaki hassasiyeti vurguluyor.
Dost dediğin sadık olmalı dostuna, yoksa Veyseller “âşık” olup söylemeye başlar: Dost dost diye nicesine sarıldım / Benim sâdık yârim kara topraktır, diye.
Daha nice özelliğini sıralayabileceğimiz dost, hesapları alt üst eden niteliklerle de karşımıza çıkabilir. Kimine gıda gibi devamlı ihtiyacımız olur. Kimi ilaç gibidir, bazen ihtiyaç hissedilir. Kimisi de hastalık gibidir, istemediğimiz halde gelir, bizi bulur. Geçinmenin yollarını bulup kötülüğünden muhafaza olmak için idare edilir.
Bazı insanların ise etrafı çok kalabalıktır. Bu kalabalık, iyi gün dostları mıdır bilinmez ama şu gerçeği: “Yalnız ölecek, yalnız dirilecek ve yalnız hesaba çekilecek insanoğlu.” hafızalarımıza kazıyarak son sözü yine şâire bırakalım:
Hayâlinden gelir gam hatıra, cânâneden gelmez. Sitem hep âşinâlardan gelir, bîgâneden gelmez.
// Nâbî