Bukalemun olmaya hiç gerek yok. Şekilden şekille giriyoruz, yapıştığımız kabın şeklini ve rengini alıyoruz.

Çıkarlar doğrultusunda kendi benliğimizden uzaklaşıp başkası oluyoruz. Hep özenti, hep gösteriş ve kendimizi olduğumuzdan farklı gösteriyoruz.

Fakirliğin dibine vurmuşuz ama zengin gibi takılıyoruz. Neye ve kime hizmet ettiğimizi bilmiyor, hedefsiz hedefsiz uçsuz bucaksız dünya denilen bu okyanusta yol alıyoruz. Bazen hüzünlü, bazen şeker tadında mutlu olup aslında ne istediğimizi de bilmiyoruz. Binmişiz bir alamete gidiyoruz kıyamete sonumuz hayrola.

Bukalemun demişken, çok sıra dışı özellikleri bulunan Allah’ın yaratma sanatının, insanın aklının alamayacağı muhteşemlikte yaratılmışlığın gayesi olsa gerek.

Günümüz insanını bukalemuna benzetmek abartılı olmasa gerek. Menfaat doğrultusunda bazılarının yanında kendini yama gibi yapıştıran onun gibi yaşayıp samimi olmayan bir yaşantı ve özenti içinde yol alan garip insanların başrol oynadığı bir dünyada yaşıyoruz.

Bukalemun, yapıştığı cismin rengini alması tamamen yaşamsal bir süreç, avını yakalamak için muhteşem ve kusursuz bir kamuflaj. Onun bir hedefi var peki ya bizim? Namus ve erdemli birer birey olmak istiyorsak bukalemun olmamıza gerek yok. İnsan olmak da yetmez. İnsan gibi davranmak gerek. Hayvan eti yedik diye hayvan olmaya gerek yok. Adam olun canımızı yiyin. Sen çiğ köfteyi seviyorsun diye çiğ köfte seni sevmek zorunda değil. Bir hedef belirle ve yol al. Bu yolda bazen uçurumlar önüne çıkabilir. Pes etmemek gerek. Radara da yakalanabilirsin.  Amacından sapma. En kötüsü ne mi olur?

Hiç olmazsa rotan belli olur. Tek yöne her gün. Dene dene olmuyorsa yüce Allah’ın bir bildiği vardır elbet. Belki olmayışı senin için daha hayırlıdır. Zaten her istediğimiz olursa, işin tılsımı kaçar, bereketi azalır, heyecanı kalmazdı. Umut güzel bir şey. Hayaller bedava olduğu sürece dibine dibine vurmak gerek. Her defasında biraz çok, biraz fazla. Uzun lafın kısası "HEPİNİZİN CANI CENNETE"