Yetmişli yıllarda bizim Mahalle bir bambaşka idi. Renkli simalarla dolu insanlarımız vardı. Her birinin ise ayrı bir yeri ve ayrı meziyetleri vardı. Mesela bizim mahallede bir tavukçu Umut’umuz vardı. İri kıyım kaslı deyimi yerinde ise goril gibi biri idi. Ama gel gör ki on-onbir yaşında ki çocuklardan bile dayak yerdi.
Sonra birde Elikki diye lakabı olan Ali rıza isimli bir ayakkabı boyacımız vardı. Çocuklar onu şöyle kızdırırlardı: “Elikki, gidik ki, gelikki karıyı evde bulamıki” Manası şöyle kısaca anlatayım. Boyacı Ali rıza eve ne zaman gelse karısını bir türlü evde bulamıyor. Dili biraz peltek olduğundan kelimeleri yuvarlayarak konuşan Ali rıza, sonunda karısını bekleyip karısı geldiğinde de başlıyor bağırmaya: “Ben gidikki, gelikki seni bir türlü evde bulamıki” Bunu duyan çocuklar yukarıda belirttiğim tekerlemeyi söyleyip boyacı Ali rızayı kızdırıyorlardı. O da boya sandığını kaptığı gibi çocukların peşine düşüp, ayakkabı fırçasını, oturduğu taburesini çocuklara fırlatırdı.
Bu renkli simalar biter mi hiç? Tabi ki bitmez. Mesela bizim bir Ballo’muz vardı bu şahısın belden aşağısı tutmadığı için yerde sürünerek gider, mahalleli para yiyecek falan verirdi. Bunun gibi bir engelli olan Nazım’ımız vardı. Bu iki engelli bir araya geldiğinde sürekli kavga ederlerdi. Yine mahalleli çocuklar kavgayı kızıştırır onların bir birlerine küfürlerini dinleyip, ikisinin kavgasından adeta zevk alırlardı.
Hele birde Durdağı ve Ali isimli bir ikilimiz vardı ki, bunlarda bir başka âlemdi. Kars’ın en eski camilerinden olan Evliya camiine sığınan bu ikili meczup, camiinin tuvaletlerini falan temizler cemaatten üç-beş kuruş alarak geçinip giderlerdi. Durdağı sessiz kendi halinde saf biri idi. Ali ise tam tersi küfürbaz, geçimsiz, her fırsatta zavallı Durdağı’nın parasına yiyeceğine el koyan onunla hiç geçinemeyen biri idi. Bunun için de çocuklar Ali’yi kafalarına takmışlardı. Her gördükleri yerde Ali’yi kızdırır onu sağa sola koşuşturup küfürlerini gülerek izlerlerdi. Ali sürekli elinde bir değnek taşırdı. Çocuklar onu kızdırdığında o değneğini sallar ama bir türlü değneği kızdıran çocuklara denk getiremez, iyice sinirlenen Ali zaman, zaman değneğini çocuklara fırlatırdı.
Saymakla bitmez bizim Mahallenin renkli simalarını. Mesela; Tossi Memmet’lerimiz, Cıngar Cahitlerimiz, ispirtocu Azizlerimiz ve daha niceleri bizim Mahallenin renkli simalarını oluşturmaktaydı. Ama içlerinde bir de çöpçü Gukkumuz vardı ki sormayın gitsin. Asıl isminin ne olduğu bilinmeyen aşırı sinirli olan bu insan, tipi çok komikti. İnce cılız yapılı, burnu karga burnu gibi olan değişik bir tipti. Herkes onu: “Horasan Valisi” ve “GUKGU!” diye çağırır, çöpçü ise buna sinirlenir adeta çıldırır, elindeki çalı süpürgesi ile koşar bu lafı söyleyene ilginç küfürler savururdu mesela:” Gel balam, gel... Kimdir o kaşınan!...” Ve ağza alınmayacak kadar çok değişik küfürler savururdu bizim çöpçü “Gukgu” dayımız da böyle renkli simalardan biriydi.
Bir gün zamanın Belediye Başkanı Turan Çelebi yanında Zabıta Müdürü, Temizlik işleri Müdürü ile çevreyi gezip vatandaşın şikâyet ve dileklerini dinlemekteydi. Biz de basın mensupları onun yanında gezip notlar alıyor, fotoğraf çekiyorduk. Halitpaşa Caddesinden aşağı doğru giderken, tam eski Tekel binası önüne gelmiştik. “Gukgu” dayı elindeki çalı süpürgesi ile etrafı süpürüyor ama o süpürdüğü yerden adeta bir toz bulutu yükseliyordu. Belediye Başkanı Turan Çelebi “Gukgu” dayının yanına yaklaşıp omzuna dokunarak: “Gukgu dayı biraz yavaş süpür.” Demesiyle “Gukgu” dayı dönüp Başkan’a: “Nedi ay gıravatlım’a........” diye küfrü bastı. Turan Çelebi başını aşağı eğip sükütçe oradan uzaklaşırken bizlerde gülmekten kendimizi alamamıştık.
Hani bitmez bizim Mahallenin renkli simaları demiştik ya. Birde bizim Cüce Rüştümüz vardı. Bu eski kahvecilerden idi. Küçüklükten beri kahvelerde askıcılık yapardı. (Esnafa askı ile çay dağıtıcısı) sağ elinde başparmağı ve şahadet parmağı olan diğer üç parmağı kesik olan bu sima müthiş bir kumarbazdı. On dört iskambil kâğıdını bu iki parmağının arasına dizen Rüştü’yü Kars’ta kumarda yenen zordu. Geceleri Kahvelerden dışarı çıkmaz sürekli kumar oynardı. Gündüzleri Rüştü adeta bir ayaklı gazete idi. Bölgemizde ne olay olursa olsun Rüştü’nün haberi olur. Kahvehaneleri dolaşır oradakilere: “Bu günkü olaydan haberiniz var mı?” diye başlar ve olayı en ince detayına varıncaya kadar anlatır, haberi duymayan kalmazdı.
Yine bir gün biz bir kaza haberine gitmiştik. Kaza zedelerin bir kısmı hastaneye kaldırılmıştı. Biz olay yerinden bir kaç görüntü aldıktan sonra gazeteye geldik. Allah rahmet etsin o dönemde Kars TRT Müdürlüğü görevinde olan Mevlüt Işık abimiz aynı zamanda Tercüman gazetesinin bölge sorumlusu idi. Bende ona resimli haberleri ulaştırıp Tercüman gazetesine yolluyordu. Yani haber konusunda ona yardımcı oluyordum. Her neyse bizi kapıda karşılayan Mevlüt ağabey bize: “Çok geç kaldınız çocuklar!” diyince biz şaşırdık hemen sorduk: “Neden geç kaldık ağabey?” Mevlüt ağabey alaycı bir tavırla ve gülerek: “Siz haberi hazırlayana kadar Rüştü bütün Kars’a haberi ayrıntılı olarak anlatmış bile!” Biz şaşkınlıkla birbirimizin yüzüne bakarken Mevlüt ağabey devam etti: “Adam sanki kaza yapanların yanındaymış gibi olayı tam teferruatıyla anlatmış. Yani işin doğrusu Rüştü size nal toplatmış çocuklar.”
Ertesi gün Mevlüt ağabey’in çıkardığı yerel gazetede yayınladığı köşe yazısının başlığı aynen şöyle idi: “RÜŞTÜ’DEN AL HABER!” Çok güzel bir üslup ile kaleme aldığı köşe yazısında, ayaklı gazetecilere değinmiş, biraz esprili, birazda dokunaklı yazısında, gazeteciliğin öneminden bahsetmişti.
Şimdi gelelim günümüze. Bakıyorum da günümüzde o kadar çok Rüştü var ki, saymakla bitmez. Eline cep telefonunu alan haberci olmuş. Çektikleri fotoğrafları ve haberin metnini gazetelere, görüntülerini de çeşitli TV’lere yollayıp havadan para kazanma yollarını bulmuşlar. Rüştü ile aralarında ki fark ise: Rüştü ayaklı gazeteciliği yaparken karşılıksız yapardı. Günümüzün Rüştü’leri bu işi kendilerine meslek etmişçesine yapmaktadırlar.
Peki gazetecilik yapan ve yıllarını bu mesleğe adamış olan meslektaşlarımız, yada uzun yıllar okuyup, İletişim Fakültesi bitirmiş diplomalı gazeteci kardeşlerimiz ne işe yarıyor sizce? Bu soru işareti sizin içinde bir anlamı yok mu? Aslında bu ülkede herkes bildiği işi yaparsa ülke kalkınır. Ancak biz bir bakıyoruz ki işinde uzman olmayanlar her dalda oynuyorlar. Sorsanız bir işsize ne iş yaparsın diye? O hemen cevabı yapıştırır: “Her işi yaparım” cevabını alırsınız.
Yine hiç unutmam. Rahmetli Sadri Demir taş’ın İnegölspor Başkanlığı dönemiydi. O dönemde eskiler hatırlarlar Lazlar Camiinin karşısında Kaptan iş merkezi vardı. İki katlı ahşap bir bina idi. Caddeye bakan kısmı kıraathane tarzında lokal işletmeciliği vardı. Üst katında ise futbolcuların kaldığı yatak haneler bulunmaktaydı. Sadri abi gazeteye gelip: “Arkadaşlar bu gün amatör kümeden bir kaç futbolcu transfer yapmayı düşünüyoruz. Sizde gelip haber yaparsınız.” dedi. Biz kulüp lokaline gittik. Sadri abi eski futbolcu, tabi tecrübeli biri, transfer için gelen oyunculardan birine: “Bize bir sol açık ile iki defans oyuncusu lazım arkadaşlar. Hanginiz aradığımız vasfa uygunsunuz?” Gelen oyuncular adeta sözleşmiş gibi hep bir ağızdan: “Başkanım her yerde oynarız:” diyince Rahmetli Sadri abi hazır cevap: “Çocuklar ben vasıfsız eleman aramıyorum.” demişti.
Şimdilerde bakıyorum da vasıflı, vasıfsız bir birine karışmış. Kimi, Ne, Nasıl, Nerede, Niçin, Neden’den bilgisi olmadan öylesine onurlu ve sorumluluk taşıyan bir mesleğe soyunması ne kadar doğru bir iştir gelin siz karar verin!..