Yeni bir gündemimiz var artık; Osmanlıca.

Bilen de bilmeyen de konuşuyor. Ezbere bilgiler, havada uçuşuyor. Televizyonların iki aylık gündem maddesi bu… Hayırlı olsun. Isıtır, ısıtır izletirler artık.

Cem Yılmaz’da dahil oldu buna, inanır mısınız? Hicvetmiş geçen internette;

“Kıymetli abim Can hocanın 46.Sene-i devriyesini idrak ettiğimiz bu günde kendisine ni-ce yıllar diliyorum. Ağabeylerin abisi :)”

 

Tarihçileri anlıyorum fakat siyasetçiler, gazeteciler, yazarlar ve hatta simitçiler bile fikir sahibi bu konuda. Fikir sahibi olunsun elbette. Olunmasın demiyorum; güzel bi’şey. Ama herkes anlamadığı bir işe burnunu sokarsa, durum, içinden çıkılmaz bir hâl alır.

Hâl dedik. Gelelim hâli konumuza; Devleti Aliyyeyi Osmâniyye’nin kullandığı dile “Osmanlıca” demiyoruz. Diyemeyiz çünkü daha ilk yayınlanan yazımda da söyledim; OSMANLICA diye bir dil yok. TÜRKÇE var. Bugünün dilinden anlatmak gerekirse; ESKİ TÜRKÇE. Ya da OSMANLI TÜRKÇESİ, OSMANLI AKSÂNI da denebilir. Yazılar Arap harfleriyle yazılsa da, okurken ve konuşurken yine Türkçe konuşuyoruz.

 Bir nevi Arapça’nın Türkçe süslemeli sürümü yani.

Yalnızca yazıda mı? Kelimelerde dahi gereğinden fazla Arapça kelimeler barındırdığı için bu dil, Arapçayla karıştırılır. “Osmanlıca” öğrendiği vakit Kur’an-ı Kerim’i anlayabileceğini zannedenlere, uzaktan tebessüm etmekle yetiniyorum açıkçası.

Ben tarihçiyim meselâ. Ve Osmanlı Türkçesi eğitimi gördüm. Hiç unutmuyorum, bir gün ders çalışırken anneannem başımı okşayıp;

“Allah hocalarından razı olsun” demişti.

“Niye?” diye sordum.

“Niye’si var mı evladım, ne güzel namaz başlarını öğretiyorlar size” demişti.

Hâlâ güleriz.

Sadece anneannem mi? İşin içeriğini bilmeyen toplumun geneli böyle...Bir de laf söyletmiyor! İçeriğini bilmiyor, bilmediği gibi kutsallaştırıyor (hani Arap harfleri ya), niye kutsallaştırdığını bilmediği gibi biat ediyor.

Klasik biziz, yani…

 

Derslerde Osmanlı Türkçesi eğitimi verilmesi-

ne karşı değilim. Seçmeli olarak verilsin. Fazla bilgi göz çıkarmaz. Ama zorunlu ders olarak koyarsan müfredata, olmaz. Antipati yaratabilir.

Elbette öğrenilmeli. Elbette tarihi daha iyi anla-yabilmek için eski Türkçe okuryazarlığı verilmeli. Sadece bununla kalınmamalı; Göktürk alfabesi de öğretilmeli. (Gerçi onu çözen “Danimarkalı” filolog Vilhelm Thomsen ya neyse).

Geçenlerde Yusuf Halaçoğlu hocamız, Ahmet Hakan’ın programında bununla ilgili çok güzel bir şey söyledi; “madem tarih meraklısısın, illa dedenin mezar taşlarını okuyacaksın, o zaman Göktürk alfabesini öğren, sadece dedelerinin değil; atalarının diktiği Orhun Anıtlarını oku da bir şeye yarasın. Arap harflerine bu kadar sevda bağlamak niye?”

Eminim, okulda verilen eğitim yine eksik kalacak, bazıları yine avuçlarını ovalayıp, Osmanlıca Kursları açma telaşına düşecek. Ve milyonlarca lira dönecek… Bu bir furya olacak. Tıpkı seksenlerin sonlarından itibaren yayılan İngilizce furyası gibi…

Kısmi tarihçilik diyorsan, sadece Osmanlı Türkçesi bana yeter, tarih Osmanlıdan başlar diyorsan kusura bakma; TÜRK TARİHİ BİR BÜTÜNDÜR. Birini, diğerinden ayıramazsın. Osmanlı bir tarafa, Hunlar diğer tarafa, Göktürkler, Karahanlılar, Hazarlar başka mekâna; olmaz.

İşte bu ‘ayrımcı tarihçilik’ zihniyetinden dolayı Tarih Bilimi’ni iğdiş ediyor, parçalıyoruz. Bize, biz zarar veriyoruz aslında. Vitrinlik tarih bilgisi akılları mahvediyor. Karman çorman hâle getiriyor. Sonra tarih, oluyor sana ideolojik görüş. Tarihin ideolojisi mi olur sizce? N’oluyor?  Neticede kavga çıkıyor; yok şu şöyle miydi, böyle miydi, şu şöyle olmadı, gerçekte bu, budur. Ve daha bir sürü lâf kalabalığı… Orta yolu bir türlü bulamıyoruz.

Bugünkü sohbetimi, İlber Hoca’nın sosyal medyada paylaştığı, kendine has ve esprili gönderimiyle (bazılarının “tweet” dediğiyle) kapatayım;

“Dedesinin mezar taşını okuyamıyormuş. Yahu geri zekâlı, mezar taşında adı yazar, soyadı yazar. İlla bir şey okuyacaksan Fatiha oku…”