Bazı hikâyeler vardır ki, yalnızca bir insan ve bir hayvanın dostluğunu anlatmaz; aynı zamanda kaybolmaya yüz tutmuş değerleri de gözler önüne serer. Yaren leylek ve Adem amcanın hikâyesi de bunlardan biri…

14 yıldır, her bahar, binlerce kilometre yol kat eden bir leylek, eski dostuna geri dönüyor. Ve her seferinde bu hikâye, bize sevginin en masum, en sadık hâlini hatırlatıyor. Doğanın en güzel dostluk hikâyelerinden biri, yine o içten ve sıcak anlarıyla ruhumuzu sarıyor. Ölümsüzleşen o fotoğraf karesi, sosyal medyada sevginin sessiz ama en güçlü yankısı oluyor.

Ne unutuş, ne mesafe, ne de zaman bu bağı koparabiliyor. Sadakat, sevginin en saf hâliyle kanatlanıyor. Victor Hugo’nun şu sözleri tam da bu anlama geliyor: “Sadakat, sevginin en güzel hâlidir.”

Ama bu hikâye yalnızca bir insan ile bir leyleğin dostluğundan ibaret değil. Aslında bu, sadakatin, vefanın ve karşılıksız sevginin giderek unutulduğu bir dünyaya sessizce sunulan en güzel cevap…

Her canlı, sevilmeye ve saygı görmeye ne kadar da muhtaç… Ne acıdır ki, artık böyle anlara yalnızca fotoğraflarda rastlıyoruz. Sevginin ve dostluğun kıymetini her geçen gün biraz daha unutur olduk. Sanki sadece böyle hikâyelerde gerçek sevgiyi hatırlıyoruz. Oysa sevdiğimiz ve sevildiğimiz anları çoğaltmalı, onların değerini bilmeli, sevginin sıcaklığını kaybetmemeliyiz.

Bir insanın, bir hayvanın, hatta doğanın bile sadakatle bağ kurabildiği bir dünyada, biz insanlar neden sevgiyi ve dostluğu bu kadar çabuk tüketiyoruz?

Tarih, bizlere vefanın ve sadakatin unutulmaz örneklerini sunmuştur:

Hachiko, 1920’lerde Japonya’da sahibini her gün tren istasyonunda karşılayan bir köpekti. Sahibi vefat ettiğinde bile tam 10 yıl boyunca aynı istasyonda onu beklemeye devam etti.

Greyfriars Bobby, İskoçya’da sahibinin mezarı başında tam 14 yıl boyunca nöbet tutan sadık bir köpekti.

Ve Yaren leylek… Her yıl onca yolu aşarak Adem amcaya dönen sadık bir dost…

Bu hikâyeler, bize bir gerçeği hatırlatıyor: Sevgi, mesafeleri aşar. Zamanı alt eder. Varlığına sahip çıkana sonsuz bir bağlılıkla geri döner.

Günümüz insanı, teknolojiyle yakınlaştıkça duygularıyla uzaklaşıyor. Kalabalıklar içinde yalnız, hızın içinde kaybolmuş, sevgiyi unutmuş halde yaşıyoruz. Artık dostluklarımız bir “beğeni” kadar yüzeysel, sevgilerimiz bir “mesaj” kadar kısa… Anıları yaşamak yerine, onları sadece birer fotoğraf karesi olarak saklıyoruz. Ama sevgi böyle bir şey değil. Sevgi, emek ister. Sevgi, sabır ister. Sevgi, vefa ister.

Goethe’nin şu sözleri, sevginin özünü ne güzel anlatıyor: “Sevgi, iki ruhun birbirine dokunmasıdır. Ve sadakat, bu dokunuşu ömür boyu sürdürmektir.”

Ne yazık ki insanlar, değer verdiklerini genellikle kaybettikten sonra fark eder. Oysa Yaren leylek bize çok önemli bir gerçeği öğretiyor:

Sevdiğin birine dönmek için kaybolman gerekmez. Onun varlığına sahip çıkmak, her gün ona “ben buradayım” diyebilmek en büyük sadakattir.

Bugün dünyanın en çok ihtiyaç duyduğu şey, karşılıksız sevgi ve vefa…

Yaren ve Adem amcanın hikâyesi, içimizde unuttuğumuz duyguları uyandırmak için yeniden yazıldı. O fotoğrafa bakan herkes, kendi hayatında bir an durup düşünmeli:

• Sevdiklerimize hak ettikleri sevgiyi gösteriyor muyuz?

• Vefaya, dostluğa, sadakate gerçekten sahip çıkıyor muyuz?

• Yoksa sevgiyi yalnızca kelimelerde mi bırakıyoruz?

Çünkü sevgi, bir leyleğin kanatlarında bile yıllarca taşınabiliyorsa, bizim kalbimizde sonsuza kadar yaşamalı…