Tarihimizde ders alınacak o kadar çok olaylar cereyan etmiştir ki saymakla bitmez. Hani bir söz vardır: “Tarih tekerrürden ibarettir!” birçok olayı geçmişte yaşadığımızı ve bu olaylara benzediğine rastlamamız mümkündür.
Devlet yönetmek öyle herkesin sandığı kadar kolay bir iş değil. Hele birde sınırlarının ucu bucağı belli olmayan bir imparatorluk olunca işler daha da zorlaşmış olur. Bir cihan devleti olan Osmanlı İmparatorluğu bunun en güzel örneklerindendir.
Bazılarınca Padişahlar sarayında oturup keyif çatar ülkesinde ne olup bittiğinden haberi olmaz, mantığı taşısa da dananın kuyruğunun öyle olmadığı yaşanan birçok olayda meydana çıkmıştır.
Nitekim tarihte Avrupalının kendisinden söz ettiği; Osmanlı Padişahlarının 10.‘su olan Kanuni Sultan Süleyman’a “Muhteşem Süleyman ve Büyük Türk” demelerinin nedeni, büyük bir İmparatorluğu hakkıyla yönetmesinden dolayı bu lakap takılmamıştır? Bir ülkeyi tek bir kişinin yönetmesi zorluğuna göğüs gererek, halkının refah ve huzur içinde yaşamasını sağlamak öyle kolay bir iş olmadığını, Avrupalılar hayranlıklarını cihan Padişahına böyle bir lakap takarak bu şekilde ifade etmişlerdir.
Tabi ki bir devleti yöneten tek bir kişi değildir. Veziriazamları ve mahiyetidir. Devlette olup bitenleri Padişah’a rapor ederek gereğinin yapılması sağlanmıştır. Nitekim birçok olay göstermektedir ki dirayeti ile kanunları iyi uygulayan bir Hükümdar sıfatını almak da her kesin harcı değildir.
Osmanlı da Devlet adamları sık, sık mahiyetinde ki Vezirler ve diğer zevatlar ile istişare ederek, devletin ve milletin yararına kararlar alırlar. Bu zevat da hiç çekinmeden yanlış olan her şeyi olduğu gibi açıkça beyan ederler ve yapılması gerekenleri de çekinmeden açıkça bildirir, fikir beyan ederler. İşte devlet’i Aliye bundan dolayı 500 yıl ayakta dimdik kalmıştır.
Bu arada zaman, zaman padişahlar devlet kademelerinde ki zevata güvenmeyip tebdili kıyafet ile halkın arasına karışıp onların sıkıntılarına vakıf olurlardı.
Bugün sizlere Kanuni döneminde yaşandığı söylenen bir olayı anlatıp yazıma son noktayı koymak istiyorum.
Kanuni Sultan Süleyman Han, Beşiktaşlı büyük âlim ve veli Yahya Efendi ile sütkardeş idiler. Büyük alim Yahya Efendi bir gün atı ile giderken iki kilise papazı onun yolunu kesip, Yahya Efendinin atının yularını tutup, şöyle derler:
“Yahya Efendi, Yahya Efendi söyle bakalım bize; sizin dininizde ölülerden vergi almak var mıdır?” Yahya Efendi şaşkınlıkla cevap verir:
“Hayır, böyle bir şey asla yoktur.” Atın yularını tutan papaz sözüne kaldığı yerden devam eder:
“Ama sizin Sultanınız bizim ölülerimizden bile caziye alıyor! Bu nasıl iştir böyle?” Yahya Efendi papazlara dönerek:
“Sizler merak buyurmayınız. En kısa zamanda bu işin aslını araştırıp, bu yanlışlığı düzeltip sizin mağduriyetinizi telafi edeceğim.” Der ve evine dönerek Padişah’a bir name yazmaya koyulur. Mektupta çok ağır ifadeler yer almaktadır. Bu ağır mektubun bir kısmı aynen şöyledir:
“Oturduğun o taht sana haram olsun! Başına geçsin! Zulmün ölülere bile ulaşmışta haberimiz yok! Bu yaptığın zulüm nedir? Derhal o tahtı terk et!”
Sultan Süleyman bu mektubu okur okumaz yanındakiler ile beraber yola çıkıp Yahya Efendinin Beşiktaş’taki dergâhına gelip merakla sorar:
“Hayırdır ağabey! Ne suç işlemişim de böyle bir zılgıt yerim?” Yahya Efendi hala celallidir ve Sultana cevap verir:
“Daha ne olsun memurların gayrimüslim vatandaşların ölmüşlerinden bile caziye alıyormuş! Böyle zulüm olur mu?” Kanuni yanındakilere hemen sorar:
“Nedir bu işin aslı ağalar?” yanındakilerde yapılan araştırmalar sonunda tutulan kayıtların beş yıldır yenilenmediğini anlar. Rengi sapsarı olan cihan padişahı yanındakileri azarlayarak kayıtların yenilenmesini ve mağdur olan bütün insanların akçelerinin geri iade edilmesini emreder. Ayrıca mağdur olanların hepsini saray önüne toplayıp hepsine ziyafet vererek onlardan helâlık alır.
Bu arada Sultan Süleyman Han, tahta da oturmaz. Memurlarının bir hatasıdır mazeretine de sığınmaz ve doğruca Yahya Efendinin yanına giderek ona sorar:
“Dediklerini hallettim, şimdi tahtıma oturabilir miyim ağabey?” Yahya Efendi hafif tebessüm ederek sağ eliyle git otur der gibi kaldırdıktan sonra:
“Git artık otur! Bir cihan Padişahının gözleri açık, kulağı delik burnu çok iyi koku alması gerekir, sevgili sütkardeşim! Yoksa bu büyük cihan devletinin hali nice olur?”
İşte bir cihan devletinin 500 yıl nasıl ayakta kaldığının küçük gerçekleri bizlere büyük bir ders değil midir?
*- (Name Osmanlı döneminde şiirimsi bir şekilde, manzume ile yazılan mektup türüdür.)