Değerli okuyucularım, bu günkü yazımı hepimizin çok iyi bildiği ve sıklıkla kullandığı:

“Eline diline ve beline hâkim ol!” deyimi ile merhaba demek istedim. Yine bu söze çok yakışan menkıbe türü bir hikâyeyi de sizlerle paylaşmak istiyorum. Özellikle içinde bulunduğumuz zamanda bırakın eline ve diline hâkim olmayı, beline hâkim olanların yok denilecek kadar az sayıda insanın olması bizleri hayli ürkütüyor. Evinden ve eşinden kaçıp başka adamlarla hayat yaşayan, evde eşini çocuğunu bırakıp harama kucak açan insanları zaman, zaman televizyonlarda bazı programlarda ibretle izliyoruz. Bu gün sizlere insanların haramdan uzaklaştığında nasıl mükâfatlanacaklarına örnek bir hikâyeyi anlatalım:

Osmanlı Şeyhülislamın Edirnekapı da ki köşkünde gece yarısı yangın çıkmış ev alev topuna dönmüştü. Tulumbacılar bir yandan yangını söndürürken içeride canlı olup olmadığını kontrol ediyorlardı. Bu olaylar olurken Şeyhülislamın kızı korkudan dışarı çıkıp bir yere sığınmak istemiş ancak gece karanlığında yolunu kaybederek uzakta bir bağ evinde ışık fark edip oraya yönelmiş. Kışın soğuğunda iyice üşüyen genç kız ışığı gördüğü bağ evin kapısını çalmış. İçeride yalnız yaşayan namazında, niyazında mümin bir genç yaşıyormuş. Bu genç, gece geç saatlere kadar ders çalışıyor ibadetini de aksatmıyormuş genç kapının hızlı, hızlı çalınmasından tedirgin olmuş ve kapıya yönelerek:

“Kim o bu saatte hayırdır?” diyip besmele ile kapıyı açmış. Karşısında genç ve güzel bir kızı görünce şaşkınlıkla sormuş:

“Hayırdır genç bayan bu saatte ne ararsın dışarıda? Üstelik hava buz gibi soğuk üzerinde de fazla bir giysin de yok. Yoksa birisinden mi kaçarsın?” genç kız ağlayarak cevap verir:

“Konağımızda yangın çıktı acele ile dışarı çıktım. Korkudan nereye gideceğimi bilemedim. Yolumu kaybettim. Bu evin ışığını görünce de buraya sığınmak istedim. Bu gece burada kalabilir miyim? Sabahleyin evime dönerim.” Diyince genç adam biraz çekimser:

“Tabi gel bakalım şu yandaki oda boş. Az önce de burayı mangal ile ısıttım. Sen burada kal benim ders çalışmam gerek. Yarın sınavım var da çok çalışmam gerekiyor.” Der ve kızı odaya alır kendisi de dersine kaldığı yerden devam eder.

Mağdur kız divana uzanır ama içindeki vesvese onun uyumasına imkân vermez. Kendi kendine söylenerek:

“Ya bu genç bana bir şey yaparsa?” diye aklından kötü şeyler geçirmeye başlar ve dayanamaz kalkar kapıyı aralayıp genci izlemeye koyulur. Genç adam harıl, harıl ders çalışmaktadır. Arada bir de önündeki mumun ateşine parmağını tutup canı acıyıncaya kadar beklettiğini görür. Bu taa gün ağarıncaya kadar böyle devam eder. Sabah olur kız kapıyı açıp dışarı çıkar. Genç ise hala ders çalışmaktadır. Kız gence yaklaşıp:

“Çok sağ ol siz olmasaydınız ben dışarıda soğuktan donacaktım!” der ve çıkıp evinin yolunu tutar. Eve döndüğünde babası Şeyhülislamın telaş içinde olduğunu görür ve koşup babasına sarılır ve ağlar. Babası kendisini toparlayıp kızına sorar:

“Kızım bütün gece seni arayıp durduk. Zaptiyeler her yerde seni aradı neredeydin?” diyince kız cevap verir:

“Gece yarısı evimiz yanarken uyku sersemliği ve korkudan kendimi dışarı attım. Nereye gideceğimi bilmeden deli gibi koşuyordum. Gece karanlığında yolumu kaybettim. İleride bir bağ evinin ışığını gördüm oraya sığındım. Kapıyı bir genç açtı. Beni içeri aldı kendisi odasını bana verdi.” Babası telaşla lafın sonunu dinlemeden korku içinde kızına sordu:

“Aman kızım bu genç sana bir şey yaptı mı?” kız gülerek:

“Hayır, Bey baba! Genç dışarıda ki aralıkta sabaha kadar ders çalıştı. Ama anlamadığım bir şekilde de arada bir parmağını mumun ateşinde yakıp acısından dakikalarca kıvranıp durdu.” Kızın babası meraklanmıştı. Yanında ki zabitlere emrederek bu genci yanına getirmesini istedi. Zabitler genç adamı alıp Şeyhülislamın huzuruna çıkardılar. Şeyhülislam gence dönerek sordu:

“Delikanlı gece kızımı evine misafir etmişsin ve hiç kızıma dokunmadan sabaha kadar ders çalışmışsın. Ancak benim anlamadığım bir şey var arada bir neden parmağını mumun ateşinde yaktın?”  genç ezile büzüle cevap verir:

“Efendim, ders çalışırken arada bir şeytan vesvese verdi. Bende kendi kendime: “Eğer şeytana uyarsan, yarın vücudunun tümü yanacak! Şimdi ise sadece parmağının acısına dayanamıyorsun! Yarın o ateşe nasıl dayanacaksın diye kendime telkin verip dersime çalıştım.” Diyince Şeyhülislam da kızına kısmet olarak hep böyle bir genci damat olarak hayal etmişti. Gence dönerek:

“Evlat ben hep kızıma senin gibi bir damadı hayal ederdim. Eğer kabul edersen benim damadım olur musun?” der genç adamda yalnızlıktan bıktığı için memnuniyetle kabul etmiş ve Şeyhülislam’ın kızı ile evlenmişler.

Şimdi gelelim bu günümüze böyle bir insan var mı diye sorarsanız, bende çok merak ediyorum doğrusu. O bahsi geçen ata nasihati: “Eline, Diline ve Beline hâkim ol!”  sözü sanırım yavaşça ortadan kalkacak