HİÇ KİMSE GÖÇMEZ DÜNYADAN MAL İLE!
BU DÜNYAYA NASIL GELDİN İSE ÖYLE GİDECEKSİN…
Ben her zaman söylemişimdir: “Amelsizleri!” çok kez dile getirmişimdir. Ancak ne yazı ki kimsenin umurunda bile olmadığını bir maddiyat tiryakiliği almış başını gidiyor. Bir para hırsıdır toplumun gözünü kör etmiş. Yarın bu dünyadan göçüp gideceğimizi aklımıza bile getirmemekteyiz!
Ne olacak şimdi? Diye şöyle bir başlayalım! Ve şu soruyu kendimize soralım:
“Bizi kim ve ne kurtaracak?”
Ya da:
“ Bizim bu sonumuz ne olacak?”
Yine soralım:
“Bu gün ben ne yaptım? Ne kazandım? Ve kazancımı nasıl ve nereye harcadım? Kimi kırıp, kimi incittim! Kimin hakkına tecavüz ettim? Haksız yere kimin a hını aldım?” saya bildiğim kadar yirmi dört saat boyunca yaşantım ile ilgili yapmış olduğum iyi ve kötü halleri gözümüzün önüne getirip bundan bir ders çıkara biliyor muyuz?
Bütün insanlar birey olarak yukarıda saydığım öz eleştiriyi yapmış olsa acaba her hangi bir sorun kalır mı diye şöyle bir düşünelim!
Hani sürekli deriz ya:
“Dünya fani!” Bunu bildiğimiz halde şu kısacık yaşam içinde yemediğimiz herse de yok gibi.
Gelin bu gün de sizlere güzel bir hikâye ile veda edeyim:
Zamanın birinde, bir memlekette yaşayan, eğlenceye ve âlem yapmaya düşkün zengin bir tüccar varmış. Adam, karaborsacı, tefeci, fırsatçı! Alış verişte türlü hilekârlık yapan biri imiş. Haram üzerine kurduğu yaşantısının tatlı rüyası içinde yaşayıp gidiyormuş. Yediği önünde, yemediği ardında, eğlence, zevk sefa kadınlar içkiler velhasıl’ı her türlü uygunsuzluklar ile gününü geçiriyormuş.
Bir gün mezarlığın kenarından geçerken bir mezar taşına gözü ilişiyor. Taşın üzerinde anlam veremediği bir yazıyı okuyor. Taş üzerinde şöyle bir yazı vardır:
“Ey fani bir gün sende öleceksin! Ne ile geldiysen, onunla gideceksin!”
Adam gülerek yoluna devam eder. Bir yandan da kendi kendine söylenir:
“Bu ne saçma sapan bir söz? Ne demek yani: (Ne ile geldiysen, onunla gideceksin?) diyerek evinin yolunu tutar. Akşam da birkaç bardak içki içip sızar. Bir zaman sonra gece rüyasında kendini bir evde bulur. Bu evde bir kadın doğum yapmaktadır. Doğum yapan kendi annesidir. Doğan çocukta kendisidir. Doğum tamamlanır ve
Kendisinin dünyaya geldiğini görür! Ebe yeni doğan bu çocuğu yıkayıp beze sarar ve annesinin kucağına verir.
Zaman geçer adam büyür, içki, kumar ve haram ne varsa hepsini işler. Sonunda yaşlanır ve kendisini bir caminin gasil hanesinde bulunur. Burada da ise, kendisini ölmüş olarak görür. Cansız bedeni teneşirde yıkanmaktadır. Sonra yıkanma işi bitmiş, sıra kefenlenmeye gelmiştir. Mevtayı o yeni doğan çocuk gibi yine bir beze sarıp, toprak ananın kucağına verirler!
Adam gördüğü bu rüya ile korku ve dehşet içinde uyanır! Ter kan içinde kalmıştır. Rengi limon sarısı gibi olmuş, kendi kendine söylenerek:
“Bu nasıl bir rüya böyle?” diyerek elini yüzünü yıkayıp yeniden yatağına girip uyumaya koyulur.
Bu defa rüyasında kendini bir mahkeme salonunda görür. Yaptığı bütün kirli işlerin hesabı sorulmaktadır. Adam sorulan sorulara verecek cevabı yoktur. Öylesine bir haram batağına dalmıştır ki, battıkça batmakta, çırpındıkça bataklık onu yutmaktadır. Nefesi kesilecek gibi olur ve yenden sıçrayarak uyanır.
Adam artık uyumaktan vaz geçmiş yatağında oturup sabah olmasını beklemektedir. Sabaha karşı dışarıdan uzaklardan ezan sesleri gelmeye başlar. Adam titreyerek doğrulup banyoya koşar ve bir güzel boy abdesti alır ve caminin yolunu tutar. Yol boyu Allah’a yalvarıp tövbe eder. Camiye varıp cemaate katılır. Namaz kılmayı bilmediği için cemaat ne yapıyorsa oda aynını yapıp namazı kılar.
Sabahleyin ilk işi tefecilik yaptığı zaman kime faiz ile para vermiş ise faizi geri iade eder, karaborsacılığı, haksız kazanç ile elde ettiği servetin büyük bir bölümünü yoksullara dağıtır. Kalan servetini de hayır ve hasenat işlerinde harcar.
Evet, hepimiz ne getirdiğimizi ve ne götüreceğimizi yi düşünürsek hesabını veremeyeceğimiz olumsuzluklardan sıyrılıp gerçek bir mümin oluruz!
Allah cümlemizi hesabını veremeyeceğimiz günahlardan bizleri korusun!