Yüce Hünkâr Yavuz Sultan Selim, Suriye ve Mısır seferi öncesi Nedimi Hasan Can'a bir sa-bah bir rüya görüp görmediğini sormuş, o da bir rüya görmediğini belirtmiştir. Aynı gün rüyayı kapı ağası Hasan'ın gördüğü belli olmuştur. Bundan sonrasını Hasan Ağa şöyle anlatır: "Bu gece rüyâmda, bu eşiğinde oturduğunuz kapıyı hızlı hızlı çaldılar. Ne haber vardır deyip kapıya koştum. Baktım ki, kapı biraz aralanmış dışarısı görünüyor. Aralıktan baktığımda gördüm ki, Harem dâiresi, başlarında sarık bulunan Arap simâsında nûr yüzlü kimselerle dolu. Ellerinde bayraklar, silâhlar ve başka âletler ile hazır vaziyette duruyorlardı. Kapı dibinde ise nûr yüzlü dört kişi duruyordu. Onların ellerinde de birer sancak vardı. Pâdişâhımızın sancağı, kapıyı çalanın elindeydi. O zât, bana dedi ki: "Biz neye geldik, bilir misiniz?" Ben de"Buyurun." de-dim. Dedi ki: "O gördüğün kişiler, Resûlullah Efendimiz (asv)'in ashâbıdır. Bizi dahi Resûl-i Ekrem Efendimiz (asv) gönderip, Sultan Se-lîm Hâna selâm söyledi ve buyurdu ki: "Hare-meyn'in (Mekke ve Medîne'nin) hizmeti ken- disine verildi, kalkıp gelsin. Gördüğün bu dört kimsenin birisi Ebû Bekr-i Sıddîk, diğeri Ömer-ül Fârûk ve bir diğeri de Osmân-ı Zinnûreyn'dir. Seninle konuşan ben de, Ali bin Ebî Tâlib'im. Bunu hemen varıp Selîm Hâna söyle!" dedi ve gözümün önünden gittiler. Bana dehşetli bir hâl oldu. Terler içinde kalıp, sabaha kadar öyle baygın bir vaziyette yatıp kalmışım. Oğullarım, teheccüd namazına alışa geldiğim üzere kalkmadığımı görünce, hasta oldu- ğumu sanmışlar. Sabah namazı vakti geçmek üzere iken gelip beni uyarmak için vücûduma ellerini sürdüklerinde görmüşler ki, suya düşüp ıslanmış gibi yatıyorum. Elbisemi değiştirmek için yenilerini getirip, o sırada beni uyandırmışlar. Aklım başıma gelince, acele gelip namaza yetiştim. Fakat aklım hâlâ tam başımda değildi." diyerek hem söylüyor hem de ağlıyordu. Ben, Pâdişâhın buyurduğu hizmeti bitirdikten sonra, dönüp şerefli makâmına gelince, bu hizmeti sormadan, yine rüyâmdan sorup buyurdular ki: "Şu senin, bu gece sabaha kadar uyuyup, hiçbir rüyâ görmediğine şaşılır!" Bu-nun üzerine ben de: "Pâdişâhım, rüyâyı bu Hasan kulunuz görmedi ise de, bir başka Ha-san kulunuz görmüş. Emriniz olursa arzedeyim." dedim. Emirleri üzerine Hasan Ağanın rüyâsını aynen naklettim. Anlattıkça mübârek yüzü kızarmaya başladı ve nihâyet dayanamayıp, mübârek gözlerinden yaşlar boşandı. Rüyâ-yı tamamlayınca; "Demek ki, o dert sâhibinin safâ-i meşrebi, temiz bir hâli varmış. Sen onu bize medhettikçe; "Zâten, ibâdet ederken gördüğün her kimseyi velî sanırsın zannederdik. Meğer sevmediğini medhetmez imişsin." diye buyurdular ve arkasından: "Ey Hasan Can! Sana demez miyiz ki, biz, bir tarafa memur(görev) olunmadıkça hareket etmeyiz. Ecdadımızdan her biri evliyalıktan nasibini almışlardır. Her birinin nice kera- metleri vardır. İçlerinde, ancak biz onlara benzemedik." diyerek tevazuunu dile getirdi ve hâlini gizlemeye çalıştı. Bu rüyâdan sonra, Arabistan seferinin hazırlıklarına başlayıp, bütün tedbirlerini alıp, her türlü harp tedârikini temin ettikten sonra sefere karar verdi. Ve böylece Sultan Selim Peygamberimizden gelen müjde il yollara koyulur ordusuyla. Önce Suriye ve çevresini almak için Memluklu Devleti ile Mercidabık savaşının (1516) yapar ve zafer kazanarak bugünkü Suriye, Şam, Halep, Ürdün gibi yerleri alır. Bir yıl sonra da Ridaniye savaşıyla (1517) kutsal beldeler (Mekke-Medine) ve Mısır topraklarını fetheder. Gelin görünkü şimdi o topraklar kendi halkla-rını öldüren katiller tarafından yönetilmektedir.