İnsanları bulunduğu herhangi bir konumdan, kişiden, makam ve mevkiden soğutan kişiler vardır. Bu kişiler yaşamımızdaki herhangi birisi olabilir. Aile, arkadaş, eş, dost, öğretmen, patron… Böyle kişiler bulundukları ortamda baskınlığını ve bilgisizliğini karşı tarafı manipüle ederek kendi üstünlüğünü kurmaya çalışırlar.
Kendi etki alanlarıyla ilgilenmeyip, başkalarının ilgi alanlarına karışarak hayatını politik davranışlar içerisinde karşı tarafı yönetmeye çalışırlar. Kendisinden korkulmasını ve çekinilmesini isterler. Çünkü saygının korkuya dayandığına inanırlar. Albert Camus’un dediği gibi “hiçbir şey korkuya dayanan saygı kadar iğrenç değildir.”
Korku kültürüyle yetişen bir birey saygınlığı ve korkuyu birbirine eş değer görmektedir. Sevgiye bile sınırları vardır. Çünkü çok sevmenin insanı şımartabileceğini ve nankörleştirebileceğine inanır. Günümüzde de bu toplumun çocukları sevgi temelli değil de korku temelli saygıya önem vermektedir. Korktukları kişiyi sevmedikleri halde saygı duyarlar. Sevdikleri kişilere ise gerek farkında olmadan gerekse farkında olarak suiistimal ederler.
Bu durum aile yaşantımızdan başlayıp eğitim ve iş hayatına da yayılmıştır. Örneğin baskın bir ailede çocuk korkuya dayalı saygıyı öğrenir. Annesi, babası veya aile üyelerinin herhangi birisinden korkarak, onların tepkilerinden etkilenerek adımlarını atmaya başlar. İleriki dönemlerde eğitim hayatına başladığında çocuk kendisine gösterilen sevgi ve anlayışı karşısındaki kişiye saygı duymayarak, onu önemsemeyerek tepkisini verir. İş hayatında ise maalesef patrondan daha çok patron gibi davranan karakterlerden birisidir. Acemi davranışlarını ve olmayan kriz yönetimini emir kipiyle kapatmaya çalışır. Çünkü kendisinden çekinilirse, korkulursa saygınlığının artacağını düşünür. Sevgiye dayalı saygı kültüründe yetişen çocuk ise kendisine ve başkalarına saygı duymayı bir erdem olarak görüp, korktuğu ve strese sokan kişileri ise bilgisiz, acemi ve manipülatif kişiler olarak değerlendirir.