Bu gün sizlere güzel bir şarkı sözünden dört mısra ile yazıma başlamak istedim:

“Sağım yalan, solum yalan

Giden yalan kalan yalan

Döndüm baktım dünya yalan

Senin gibi, benim gibi!”

Bir başka güzel söz olan Ziya Paşanın bir sözünü de bu sütunlardan tekrar etmeden geçemeyeceğim:

“NE GÜNLERE KALDIK EY GAZİ HÜNÂKR!”

Bu güzel sözün gerisini siz de bilirsiniz. Ben bugünkü yazıma kolları sıvayarak başlamak istiyorum.

Evet, gerçekten çok kötü ve yaşanması güç günlere kaldık. Belki defalarca bu sütunlardan yazdığım yazılardan pek farkı olmasa da, bir çözüm olur mu? Veya biraz olsun düzelir miyiz umudu içinde hayal kurmuyor değilim!

Gerçi Ziya Paşa,1840’lı yıllarda yazdığı ve hiciv sanatının dizelerinden olan sözü hala güncelliğini korumakta olsa da, demek ki o dönemlerin de bu günden bir farkı olmadığı ortada. Yukarıda belirttiğim gibi ben Ziya Paşanın bu sözünü farklı yorumlayarak gerçekte ne halde olduğumuzu anlatmaya çalışacağım. Şimdi gelin geçmiş ile günümüz arasında bir duygudaşlık kuralım:

Çocukluğumuzda bizden yaşça büyüklerimiz bizi yolda gördüğünde bize şekerler verir sever, çeşitli nasihatler ederlerdi.

Şimdilerde, torunumuz yaşında ki çocukları bırakın sokakta sevip şeker vermeyi komşu çocuğunu dahi sevemez olduk!

Neden mi diye sakın sormayın! Nedeni çok açık: Hemen sapık damgasını yer, işin kötüsü sen kendini kanıtlayana kadar bir ton sopa yediğinle kalırsın. Bununla da kalsa iyi karakollarda ve mahkemelerde kendini ispat edinceye kadar ak ile karayı seçemez duruma düşersin!

Bizim yaşadığımız dönemde bütün aile bir arada oturur, bir arada yemeğini yer, gelinler sıra ile yemek, bulaşık temizlik işleri ile uğraşır didişmeden yaşar giderdik.

Şimdilerde, Yeni evlenen çift aileden ayrılıp başka bir eve yerleşir, aile ziyaretleri iyimser olan çiftlerde haftada bir gün anne ve babalarını ziyaret eder evde yemek pişirilmez dışarıda yenir, hal böyle olunca bulaşık derdi de olmaz. Olsa da bulaşık makinesi iş başındadır. Çamaşırlar mı? O da ne? Çamaşır makinesi ne güne duruyor? Şimdiler de çocuk yapmakta kolay! Bakımı mı? O hepsinden kolay! Anne çocuğu emzirmez, fiziği bozulur. Hazır mamalar ne güne duruyor? Çocuğun altını temizlemek mi? Hazır çocuk bezleri ne işe yarıyor? Derler. Peki, ev temizliği ne olacak diye hiç sormayın! Eşler çalışıyorsa temizlikçi kadın tutulur, evler pırıl, pırıl olur. Bir aile de sadece erkek çalışıyor ise, temizliği bir kısmını ev hanımı yapar, süpürme işini robot süpürgeler halleder. Peki, ev hanımı ne yapar?

Elinde cep telefonu ile internette dolaşır, canı sıkılınca televizyonda kanalları gezip saçma sapan dizileri izler. Akşam beyi geldiğinde yemek olarak ya makarna yenir veya bir omlet, olmadı menemen dahası dışarı da yemek yenilir. Bu işte bitmiş olur. Aile oturduğu apartmanda kim oturuyor bilmez. Konu komşu mu? O da ne? Komşu kim ne işe yarıyor ki? Böyle bir sorun olmadığına göre komşuluk hakları da olmaz!

Gelelim bizim çocukluğumuzda yaşadığımız döneme?  Yukarda belirttiğim temizlik ve çocuk bakımının nasıl olduğunu birçoğunuz bilirsiniz. Ben çok önemli olan, konu komşu ilişkileri bizim zamanımızda nasıldı? Bunu anlatmak istiyorum:

Bizim zamanımızda: İster uzak olsun ister yakın. Komşularımız hemen haftanın en az üç günü bir araya gelir çaylar yapılır tatlı sohbetler edilir. Dedi kodu namına hiç sohbet edilmez! Güzel heyecanlı masallar anlatılır, çeşitli güzel oyunlar oynanır, vaktin nasıl geçtiğini bile anlayamazdık. Bir komşuya odun kömür geldi mi? Hep birlikte yakacakları odunluğa taşır, kışlık yiyecek konserve, turşu, reçel ve erişteler el birliği ile yapılırdı!

Bütün bu anlattığım duygudaşlığın haricinde daha birçok değerimizi karşılaştırmama gerek yoktur sanırım. O tatlı güzel dostluklarla dolu devirden şimdiki öteleştirilmiş ve yabancılaştırılmış döneme nasıl geldiğimizi ise bir daha ki yazımda belirtmek istiyorum!

Toplumun yozlaşmaya uğradığı. Saygının, sevginin yok olduğu. Sabırsızlığın hat safhaya geldiği, büyük küçük kavramın yok olduğu, hayvanların acımasızca katledildiği bir çağda yaşıyoruz!

 Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, Allah’ın bize emaneti olan kadınlarımızın çirkin maruzlara bırakıldığı, dedikodunun arttığı, para ve maddiyatın çok önemli bir hal aldığı, tamahkârlığın arttığı, insanların bir birlerine tahammüllü kalmadığı böyle bir dönemde yaşıyoruz!

Peki, böyle bir dönemde her türlü belalın gelmesi kadar doğal ne olabilir?

Bütün bu anlattıklarım sadece birkaç olumsuzluğu anlatınca insanlığın ne kadar çok erozyona uğradığını görmemek mümkün mü?

Öyleyse şöyle bir soru yönelte bilirsiniz:

Biz neden böyle bir toplum haline geldik? Bu durumdan nasıl kurtuluruz?,

İşte ben de bu sorunun cevabını arıyorum…