“Bir pankartla milyonlarca annenin emeği gölgede kaldı. Çünkü biz doğumu değil, doğuranı sorguluyoruz. Bu yazı, anneliğe koşulsuz saygı için kaleme alındı.”
Sivasspor-Fenerbahçe maçında açılan “Doğal olan normal doğumdur, tıbbi zorunluluk yoksa sezaryen doğal değildir .” pankartı, milyonlarca anneyi dışlayan, kadın bedeni üzerinde yeni bir baskı biçimini meşrulaştıran bir mesaja dönüştü. Oysa annelik, doğum şekliyle değil, emekle tanımlanır.
Sahi, doğum gibi mahrem, kişisel ve bir kadının hem bedenini hem de ruhunu etkileyen bir konuda bu kadar kolayca hüküm verilip pankart taşınabilir mi? Bu mesaj gerçekten annelere destek mi, yoksa üzerlerine örtülmüş yeni bir baskı biçimi mi?
O pankart, yalnızca “bilgilendirici” değildi. Kadınlara parmak sallayan, sezaryenle doğum yapmış milyonlarca anneyi bir anda “doğallıktan uzak” ilan eden, tek tip doğum anlayışını meşrulaştırmaya çalışan bir bildiriydi. Üstelik bu mesaj, bir futbol maçında, çoğunlukla erkeklerin sahiplendiği bir alanda verildi. Erkek egemen bir zeminden kadın bedenine yapılan bu müdahale, işte tam da bu yüzden rahatsız ediciydi.
Sezaryenle doğum yapan anneler, çoğu zaman istemeyerek ya da tıbben mecbur kalarak bu yolu seçiyor. Kimisi bebeğini kaybetme korkusuyla, kimisi kendi sağlığı uğruna bu kararı veriyor. Ve sonra karşılaştıkları o tek cümlelik pankartla, emekleri, sancıları, uykusuz geceleri görmezden gelinmiş gibi hissediyorlar. Sadece doğum şekli yüzünden “eksik” ya da “yetersiz” damgası yemeyi hak etmiyor hiçbiri.
Ama biz ne yapıyoruz? “Doğal olan budur,” deyip diğerini dışlıyoruz. Oysa doğum şekli, anneliğin kalitesini ölçmez. Kadınları birbirine düşüren değil, dayanışmaya çağıran mesajlara ihtiyacımız var. Hele ki doğum gibi kutsal bir deneyimi rekabete dönüştüren değil…
Annelik, yalnızca doğum anıyla ölçülemez. Annelik; göz göze gelişle, ilk uykusuz gecede, ilk korkuyu sarılıp yatıştırırken başlar. Ve o an, doğumun normal mi sezaryen mi olduğu önemini yitirir. Önemli olan; sevgiyle büyütülen, güvenle yoğrulan bir çocukluktur.
Toplum olarak dili özenle seçmemiz gereken bir noktadayız. Kadınların üzerindeki “iyi doğurmalısın, iyi emzirmelisin, iyi bakmalısın” baskısı zaten yeterince yıpratıcı. Buna bir de “doğal doğurmadın” yargısı eklendiğinde, annelik kutsallıktan çok yarışa dönüşüyor.
Bize düşen; doğumu yüceltmek değil, doğuran kadını yüceltmektir. Onun cesaretini, emeğini, sabrını görmek… Ve hangi yolla doğurmuş olursa olsun, “sen eksik değilsin” diyebilmek. Çünkü annelik, ne karın kesisiyle eksilir; ne de vajinal doğumla tamamlanır. Annelik, sevgiyle tamam olur.
Bu pankart bir milat olabilir. Belki de artık doğumları kategorilere ayırmaktan vazgeçmenin, kadınlara nasıl doğurmaları gerektiğini söylemekten geri durmanın ve nihayetinde anneliğe koşulsuz saygı göstermenin zamanıdır.
Çünkü annelik doğumla başlar, ama nasıl doğurduğunla değil, nasıl büyüttüğünle anılır.
Ve unutmayalım: Kadının bedeni tribünlerin değil, kendisinin kararıdır.